33.SOHBET: İBRAHİM ve İSMAİL

33.SOHBET: İBRAHİM ve İSMAİL

Hoşgeldiniz. Buyrun. Geçin.

Safalar getirdiniz, Safalar içinde olasınız.

Esselatu vessâlemu aleyke Ya Resulullah, Ya Habibullah, Ya Sefiyullah!

Ya Hayra Halkullah, Ya Nure Arşullah!

 

İbrahim (Selam Üzerine Olsun) Putları Yıkar

Ceddimiz İbrahim! Mekke’de.

Şehrin önde gelenlerinin de bulunduğu büyük toplantı varmış. Bayram var…

İbrahim’in babası, İbrahim’i de götürmek istiyor.

Babası; “Oğlum bak, herkes gidiyor.”

“Baba ben hastayım, ben yataktan kalkamam.”

“Oğlum başımıza bir iş getireceksin.”

“Biliyorum baba, hiç merak etme.”

Şehirde kimse kalmıyor. Hepsi beraber toplantı yerine gidiyorlar. Evden, babasının odun parçalayan baltasını alıyor. Abanın altına sokuyor. Doğru gidiyor. Anahtar onda. Büyük puthanenin anahtarı babasında.

Başbakan gidiyor. Kapıyı açıyor. Şimdiki lisanla diyelim.

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ım bana güç kuvvet ver.” diye başlıyor. Tak, tuk, tak, tuk kırıyor. Puthaneyi birbirine katıyor. Büyük bir put var. O puta secde ediyorlar. Getiriyor baltayı, onun dalına asıyor. Kapıyı kilitliyor. Gidiyor keyfine bakıyor. Artık yemesine, içmesine.

Şu Allah’ın hikmetine bak. Bu gücü kuvveti, İbrahim’e veren, Allah değil mi? Allah’tır! Ne babasından görüyor, ne Nemrut’tan görüyor, ne Firavun’dan görüyor, ne anasından görüyor bu aklı.

 

Biraz Putları Kırarsak

Bak, işin içinden iş çıkıyor. Diyemiyorum sizlere, naziksiniz incesiniz.

Bu felaket işinde, Cenab-ı Allah İbrahim’e yardım ediyor. Bu işleri, bu aklı, bu fikri veriyor. Yirmi dört saatte bir saat, Allah’ımıza yanaşırsak, şu içimizdeki biraz putları kırarsak, Allah bize vermez mi yahu? Verir yahu, verir!

İbrahim hali başka, bizim halimiz başka. İbrahim bilmeyerek, Allah’ın verdiği doğuş ile yapıyor o an. Ama bizim bildiğimiz, raflarımızda Kur’ân var. Âyet var. Hadis var. Velilerin yazdığı, kitaplar var. Biz bilerek böyle, Allah’a yanaşırsak, İbrahim’den bin kat üstün oluruz. İzniyle, Allah’ın izniyle! Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, Allah feyzimizi açar. Yani kalbimizi açar, gözümüzü açar. Amin. Bu, içimizdeki tabiat değişir. Başka bir tabiat gelir. İlahi lütuflar gelir. İlahi feyizler gelir. İyi mi?

Onun için buraya girdik. Yoksa hikaye için değil. Hikayeyi, hepiniz biliyorsunuz Elhamdülillah.

Akşam paydos oluyor. Bayramdan dönerken, puthaneyi açacaklar. Ziyaret edecekler putları. İbrahim’in babası Hazer kapıyı açıyor, iş felaket… Nemrutla beraber. Ya o olmasa, gene örterler. Bunu kim yaptı? Kim yapmadı? Kim şehirde kaldı? Hırsızı bulamıyorlar? Aylarca yetkililer, hırsız arıyor. Kimse ümit etmiyor ki başbakanın oğlu gelip, puthaneyi kıracak. Kimsenin aklına gelmiyor. 

 

Siz Niye Onlara Tapıyorsunuz?

O, İbrahim, şimdiki emniyete gidiyor. “Yani, nedir bir telaşınız var?”

“Senin haberin yok mu ?”

“Haberim yok.”

“İşte puthaneyi kırmışlar. Onu arıyoruz. Nemrut bizi sıkıştırıyor.”

“Ben bir görebilir miyim? Beni de götürebilir misiniz?”

İki, üç tane polis, bir komiser. Buyurun, çıkıp gidiyorlar. Kapıyı açıyorlar.

“Burası mı puthane?”

“Burası.”

Bakıyor ki, kırılmış her taraf. Hemen karşıda, büyük putun boynunda, balta duruyor.

“Hırsızı bulamadınız mı yahu?”

“Bulamadık.”

“Ben buldum yahu. Baksana! O kadar aklınız yok mu? Her tarafı kırmış. Kuvvetle dayanmış. Baltayı da, size karşı boynuna asmış.”

Oradaki komiser, diyorlar ki; “Yahu oğlum, aslanım, bunlarda can yok. Bunlar baltayı kullanamaz.”

Gülüyor. “Mademki can yoktur, baltayı kullanamaz… Siz niye onlara tapıyorsunuz? Niye tapıyorsun?” Bırakıp gidiyor.

Hemen bu heyet, Nemrut’a haber veriyor. Böyle böyle… “Kimdir? O çocuğu yakalayın.” İşte yakalıyorlar.

İbrahim’i ateşe gönderiyorlar. Allah emir etmedikçe, ateş de İbrahim’i yakmadı. Ateşin üstüne çıktı. Ama orda bir amcanın kızı vardı. İbrahim’e aşık. İbrahim de ona göz atıyor. Ateş etrafında dönüyor kız. Bir sabah namazında, güneş doğarken, bakıyor ki ateş sönmüş. İbrahim’de aşağıda. Orada ateş yanmıyor. Yukarıdan, mancınıktan bağırıyor.

 

Cenneti, Cehennem Yapan Firavun

İşte İbrahim o amcasının kızını, ateş sakinleştikten sonra çıkıyor, alıyor.  O kızı alıyor. Doğru Mısır’a gidiyor. Mısır çok uzak, kısa keselim. Bir daha iniş olmuyor. Bilen biliyor. Bilmeyen, bir dahaki sefere… Bir Nemrut’a, bir Firavun’a düşüyor. Mısır’a, Firavuna, cenneti cehennem yapan Firavun’a düşüyor. Onun zamanında gidiyor. Cenneti cehennem yapmış. Dışarıdan gelen muhacirlerden, hangi kadın güzelse, yine polis hafiye memurları var. Onu yakalarlar. Götürürler, Firavun’a haber verirler. Bir ay cennetten beslerler. Bir aydan sonra, Firavun’a getirirler. Yatağına.

İbrahim Aleyhisselam orada. Gecekondu o zamanlardan. Dışarıdan gelen muhacirler kirayla oturuyorlar. Dört esir, üzerine bir esir daha, gecekonduda oturuyorlar. İbrahim, öyle kızı almış, oraya yanaşmış.

Sabahla bir, ipini alıyor. Çarşıda dolaşıyor. Ya İbrahim şu güce kuvvete bak. Şu hale bak. Hamallıkla ekmek parası kazanıyor. İyi dinleyin. Hafiye memurları dolaşırken, o Sara mı? Sara validemiz, o kadın ay parçası gibi. Kızı görüyorlar. İfadesini alıyorlar.

“Neredensin diyorlar?”

“Garibanım, dışarıdan.”

“Kocan var mı?”

“Var.”

“Ne yapıyor?”

“Hamallık yapıyor. Ekmek parası.”

Hemen alıyorlar memurlar. Firavun’a haber veriyorlar, getirip gösteriyorlar.

“Doğru cennete götürün.” diyor.

Bir ay orada kalacak. Bir ay yiyorlar, içiyorlar. Banyolar, yağlar. Ballar. Bir ay tamam olduktan sonra, alıp Firavun’un sarayına getiriyorlar. Getiriyorlar oraya. Bir koltuğa oturtuyorlar. Firavun’da gelip, koltuğuna oturuyor. Avını elde etti.

Bakalım Allah ne yapıyor?

Hoş beş ediyorlar. Bir şerbet getiriyorlar. Firavun içiyor ama, o canım, Allah’a inanan ve iman eden Sara validemiz; “Ben rahatsızım, içmem. Fazla yemek yiyemem.” Diyor. Bırakıyor.

“Yanıma gelebilir misin?” diyor.

“Gelemem.” diyor. “Benim, resmi bir nikahım var. Benim kocam var.” Diyor. “Allah bunu bizden haram kılmıştır. Sen benim paşam, dedem, abim, yakınımsın yani herkes öyle..” Diyor. Yalvarıyor, çare bulamıyor. Kalkıyor yerinden. Bir ayağını atarken, yüzün koyun yere seriliyor. Kendini toplayacak, ama can yok. Uğraşıyor, uğraşıyor. Sabaha kadar uğraşıyor. Sabahına rezil rüsva olacak.

Şimdiki  lisan ile; “Sen benim evladımsın. Benim kızımsın. Sana söz veriyorum el uzatmayacağım. Allah’ına müracaat et de.” diyor Firavun.

Sara validemiz; “Bana can vere kalkayım. Rezil rüsva etmesin.” Diyor ki: “Allah’ım! Benden daha iyi bilir. Nasıl münasip görürse, öyle yapsın.”

Can geliyor, kendini topluyor. Sabah namazı oluyor. Kalkıyor, yerine oturuyor.

Firavun, yavaş yavaş ifadesini alıyor. Vermiyor. Vermiyor... Bir Nemrut’tan kalkıp bir Firavun’a düştüğünü söylemiyor. “Biz garibandık. Kocamla geldik buraya, ticaret yapmaya.” Aklı başına geliyor. Bir çay, bir kahve içiyor.

Hemen polislere haber. “Bunun kocası nerdeyse, bulup getirin.”

 

İmtihansız İmtihan

İbrahim bir Nemrut’tan, bir Firavun’a… Acaba şiddetli ateş mi? Acaba kendine emanet olan, nikahlı amcanın kızı mı şiddetli? Ya!..

Şu imtihanlardan Allah bizi geçirmesin, iyi mi? Amin. Bizi imtihansız imtihan etsin. Amin. Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, aile efradı, evladı yüzü hürmetine, mübarek günün, gecenin saati, dakikaları yüzü hürmetine, sizlerin yüzü hürmetine böyle imtihanlara bizi tabi etmesin.

İbrahim çok imtihan geçirdi. En büyük imtihanı, İsmail’i kesmek. Bunlar, çok feci bunlar. Şimdi oraya gidene kadar… Ben acele acele anlatıyorum ki siz kalkıp gidesiniz inşallah. Bunu bilen var. Bir de, bilmeyen  çok var. Gençler bilmez.

Bir de arasında, bunların arasından biz faydalanıyoruz. Yani bir İbrahim’in çektiğine bak, bir de bizim halimize bak. İbrahim kalıbına, ümmetine bak, bize bak!.. Her şeye nazaran, her şeye nazaran; Muhammed Mustafa (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), O’nun ve O’nun getirdiği Kur’an-ı Azimüşşan’ı yüzü hürmetine, biz, rahat, sefalı bir ümmetiz. Şu ümmetin kıymetini bilin, iyi mi? Bilin!...

Ceddim İbrahim! Ceddi İbrahim!..

 

Hacer Anamız

Hemen polisler, İbrahim’i alıp getiriyorlar. Diyor ki Firavun; “Senin inandığına inan ki elim değmedi.”

 “Sen nerde istiyorsan, Mısır’ın kenarında, sana köşkler açayım.” diyor. “İstiyorsan, seni dışarıya göndereyim.”

İbrahim’e bak. “Ben burada kaldıkça, sen rahat edemezsin.” Gene müsâde alıyor. “Ben Mısır’da kaldıkça, sen rahat edemezsin.” diyor. “Bana müsâde et. Ben dışarıya çıkayım. Kendime bir yer bulurum.”

O zaman, yedi deve, yedi adam, çadırlar, yemeler, içmeler; tam hazırlanırken, o kızı soruyor.

“İbrahim, hanımın senin. Daha ne istiyorsun? Sana vereyim.” diyor Firavun.

“Cennetten…” diyor. “Bir cariye bana hizmet ediyordu. Onu bana verirsen, memnun olurum. Hacer isminde…”

Hemen emrediyor. Onu da getiriyorlar. “Sen, bunların emrindesin.” diyor.

Onu da alıp, Kenan iline dönüyorlar. Şimdi ki İsrail’e geliyor. Aynı Antalya’yla, Adana dağ sırası gibi, ama sahil. Öyle bir yere yerleşiyor. Arazi bol. Oraya yerleşiyor. İbrahim Aleyhisselam! O da orada kalsın.

 

İsmailî’siniz

İşte o Hacer’den bir İsmail geldi. Hepiniz inşallah İsmailî’siniz. O Hacer’den, bir İsmail geldi. Sara da 70 yaşında. Kıskandı, malumunuzdur hepsi. Bir oğlu da ondan, İshak geldi. Ben-i İsrail Peygamberi, İsmail’den yirmi sekiz Peygamber geldi.

O’nları seven aile efradı, evlat, Veli, Evliya, Pirân, Kutup, Gavslar, Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, O’nlar da O’na dahildir. İnşallah. Allah’ın Resulünün buyurduğunu, biz de!.. O’nların emriyle yaşamak, onların arkasından gitmek, O’nu sevmek… İnşallah.

Gecenin bir kısmında, ikiden, üçten, dörtten, beşe kadar, o saatlerde bir uyanıp; kalkıp tuvalete, sıkıntınızı def etmek. Musluktan sıcak su, soğuk su akıyor. Güzel bir abdest almak. Çoluk çocuğu, hanımı, aile efradı rahatsız etmemek. Tenhaya, bir odaya çekilmek. Allah’a Hamdü senâ etmek.

Hiç olmazsa, en uzak, iki rekat şükran namazı kılmak. O halden, o hale kılmak. Üzerine Cenab-ı Hakk’a Hamdü senâ etmek. Allah’ın Resulü’nün, Ashab-ı Kirâm’ın saflarına dahil olmak. Biraz da tesbih çekmek. Vakit varsa, bir günlük kaza namazı kılmak, Teheccüd namazını kılmak. Allah ile yakınlığı peyda etmek manasına yani.

 

Allah’ın Resulü’nü Göreceksiniz

“Ben sizden, size yakınım.” diyor. Allah cümlemizi, bütün ümmet-i Muhammedi, bütün insanları, kim ki dahil oluyorsa, hemen o da kardeşimiz oluyor. Allah bizi bu şereften mahrum bırakmasın. Amin. Şefaati, Cemâli, Kemâli, Muhammedî, mahrum bırakmasın. O’nu görelim inşallah.

Ben sizlere kaç defa söz verdim. Allah’ının Resulü’nü göreceksiniz! Size söz verdim. İçinizden çokları gördü, Elhamdülillah. Bana söylemiyorlar ama, çokları da geldi söyledi. Biz de görelim. Onları görenin yüzü hürmetine, biz de görelim inşallah.

Allah rızası için, evveli-ahiri için, zahiri-batını için, bizi halk edip, insan olarak meydana getiren Celle Celâluhu, Celle Cemâluhu, Celle Şânuhu, Celle Kemâluhu, zatı dakikanın yüzü hürmetine, O Muhammed Mustafa’nın, gece gündüzü böyle vakit geçirenin, bütün Enbiya-i Nizamı, Evliya-i Kiramı ciğerinde toplayanın, Kur’an-ı Azimüşşan’ı da nakşedenin!.. “Baksın.” diyor. “Bakın.” diyor. “Ben bunlardan sonra geldim ama, bunların hepsinin üstündeyim.” diyor. “Bunların hepsi, benden şefaat dileyecek. Bu Peygamberler…” diyor. Hakk’ında ayet, hadisler var. Böyle bir Peygamberi, böyle bir ayları, böyle bir geceyi, gafletle geçirmeyelim inşallah. Lillahil Fatiha!..

 

Gönlünüzün Üstündekinin Üstünü

Allah hepinizden razı olsun. Allah, hepinizin gönlüne göre değil de, gönlünün üstündekinin üstünü versin size. İnşallah! Amin. Sizin bilmediğinizi, arzu etmediğinizi versin inşallah. Hayrihi ve şerrihi; şer kısmından değil, hayır kısmından, hepsini ihya etsin. Gönlünüzü! Amin.

Siz mübarek bir insansınız. Siz mübarek bir ümmetsiniz. Siz mübarek bir hükümetin içinde oturuyorsunuz. Herkes kendi kararına göre, işine göre… Hükümet Hakk’ında çok dedikodu etmeyin. O radyodaki, televizyondaki propagandalara çok aldanmayın. Çünkü heyecana geliyoruz. Biz de bir şey söylüyoruz. Biz de dahil oluyoruz. Biz seyrederken, onlar için, memleket, milletimizi için; “Onlara Akl-ı selim, Kalb-i selim ihsan et Allah’ım! Ki bu milleti, bu memleketi idare etsinler. Ki içimizden bir ateş çıkmasın.” diyelim. Nefsani ateşleri söndürmeye çalışalım. İnşallah.

Hem kendimizi, hem birbirimizi… Bunu birkaç defa söyledim… Diyor ki: “Hiç kimsenin günahı yok.” Günahtan kendini koruyor. Bu hükümet Hakk’ında dedikodular var ya, o günah ona yeter. Bu günahı, rahmete çevirelim inşallah. Bunlara dua edelim. Milletimize, hükümetimize dua edelim inşallah. Büyük düşmanlardan, bizi korusun Allah’ım! Amin. Nefsimizden korusun… Hükümetimize… Allah Akl-ı selim, Kalb-i selim versin. Amin ki;  biz de rahat böyle konuşalım. İzah edelim. Orada, başka yerde, camilerde, beş vakit namazımızda rahat edelim inşallah.

Bir şey var mı diyeceğiniz? İnşallah üç aylar, Ramazan-ı Şerif, Ramazan hayırlı olsun. Amin. Rızkıyla beraber olsun. Bir kuru ekmek olsun, tatlı yedirsin. Amin. Düşman korkusunu, nefsimizin korkusunu, üzerimizden kaldırsın. Amin.

Allah’a sığınarak, şimdi doktor, iki tane geldi. Dedi ki: “Hiç konuşma, yasak.” Peki dedim. Sonra arkadaşlar… Arkasından dedi ki: “Söyleyelim, kimse gelmesin.” Yok dedim, ellemeyin, gelsinler.

Allah bir kuvvet verdi, bülbül gibi ötüyorum inşallah. Hayra karşı olur. Amin.

Bizim konuşmamız, hepsi ayet, hadis. Malum… Yine hikayeyle söylüyorum. İbrahim Aleyhisselâm’ı koyduk. İbrahim’den neler çıktı. Mısır’a götürdü. Neler var orda. Biz, onlara göre bir nizam, intizam alalım. Biz de uyanalım. Allah’ın en Has Kulları, böyle geçirmiş, bu çileleri… Yatağın içinde sabaha kadar oynamayalım. Bu istirahat yeter yahu, kalkalım. Rabbimize bir secde edelim inşallah. Cümlemize nasip. İyi mi gençler?

Hadi bakalım kalkın, kalkın. Bir şey varsa, söyleyin. Allah’a emanet. Devam.

Unutmayın! İyi mi? İbrahim’in kim olduğunu, babasının kim olduğunu, Nemrut’un kim olduğunu.

Zamanın, zamanımızdaki Nemrut’la Firavun’lar… İnançları vardır inşallah. Ya!

Ben on sene evvel dedim ki şimdiki Firavunlar düşecek ve er geç düşecek. Fakat onun yerine Muhammedî bir hükümet inşallah. Ki her taraf düzelsin.

Hadi güle güle. Allah’a emanet olun. Selâmet ile.  Allah razı olsun. Hadi Allah’a emanet olun. Bugünküleri unutmayın. İbrahim’le, İsmail’i!..

 13 Aralık 1996 Cuma