13.SOHBET: İNSANDAKİ KIYMET

13.SOHBET: İNSANDAKİ KIYMET

Esselâmun Aleykum. Aleykum Selâm.

Hoşgeldiniz sefalar getirdiniz

Esselâmun Aleykum. Aleykum Selâm.

Esselâmun Aleykum. Aleykum Selâm.

Esselatu vesselâmu Aleyke, ya Resûlallah.

Esselatu vesselâmu Aleyke, ya Habiballah.

Esselatu vesselâmu Aleyke, ya Nebiyallah.

Esselatu vesselâmu Aleyke, ya Seyyidina evvelline, vel Ahirin.

Esselatu vesselâmu Aleyke, ya Nuril Arşil Azim.

Ya Azim! El Kerim! Ellezi lâ ilahe illallahu, el hayyel kayyum ve eutubi ileyh.

 

Tövbe İstiğfar

Bak, ne koymuşlar bak! Tövbe istiğfar. Hiç farkında değiliz.

Ya hayyul, kayyum ve eutubi ileyh.

Götürmüşler, sonuna bağlamışlar.

Allah’ım! Allah’ım! Hatamı, günahı işitirsin, tövbe istiğfar. El hayyul kayyum ve eutubi ileyh.

İmam-ı Gazali’nin bir kitabında diyor ki: “Hiçbir şey yapamazsanız, tövbe istiğfarı günde yüz tane getirin.” diyor. “Eğer günahınız yoksa Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah yerine geçer.”

Bir ters, bir yolda, el hayyel kayyum.

Yanındakine dönerek, “Bir tevbe-i istiğfar çek, çok lâzım. Her gün lâzım. Ondan sonra, duaya geç. Her gün lazım. “

 

“Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim,

Evvela tövbe edelim. Diyelim cümle günahlarımıza, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah. Estağfirullahel azimel, kerimellezî, lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyhi tevbete abdin zâlimin linefsihî, lâ yemlikü linefsihî mevten ve lâ hayaten ve lâ nüşûrâ. Ve es’elühüt tevbete vel mağfirete vel hidâyete lenâ innehû hüvet tevvâbür rahiym.

İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! Eğer bizim elimizden, ayağımızdan, gözümüzden, kulağımızdan, dilimizden ve bütün azalarımızdan bilerek bilmeyerek bu ana, bu saate, bu dakikaya gelinceye kadar, her ne ki kelime-i küfür ve fiil-i küfür, günah, isyan, hata, şirk ve malayâni sadır ve vaki olduysa biz onların cümlesine hulüsi kalp ile tövbe ettik, tövbe ettik, tövbe ettik,  pişman olduk ve bir dahi işlememeye azmi cezmi kasdettik.

Peygamberlerin evveli Hazret-i Âdem safiyüllâh, ahiri ve iki cihan serveri bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa ve Ahmedi bâ safâ sallallahu teâla aleyhi ve sellem Efendimiz’dir. Bu ikisi ve bu ikisi arasında ne kadar Peygamber gelip geçtiyse, cümlesine inandık, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ettik. Elhamdülillah. Haktır ve gerçektir, kavlinde sadıktır.”

Tövbe istiğfar duası, hepimize farzdır. Yani hiç olmazsa, her gün bir defa getirmemiz lazım. Bir vakit namazından sonra. Öğrenin. Kitaplarda var. İlmihalde var. Çok yerlerde var. Bunu öğrenin. İhmal etmeyin. Tembellik etmeyin. Bir hata yaparsın. Eşine kötü bir söz söylersin, hemen bir vakit namazını kıl, arkasından, bir tövbe istiğfar et. Nikâh duasını yenilemek, en büyük sevap. Allah’ı şahit tutuyoruz. Allah’ın emri mahiyetinde var. Biz çok tembeliz canım, gevşek davranıyoruz. Yahu yapmayın! Başlayın hemen.

“Âmentü billâhi ve bimâ câe min indillâh. Âmentü bi rasûlillâhi ve bimâ câe min indi rasûllillah. Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî vel yevmil âhıri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ vel basü ba’del mevti hakkun elcenneti, hakkun ennarul, hakkun eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh.”

Allah Rıza-i Şerifi için, bütün isimleri geçen Evliya, Sadıkun, Enbiya-i Mürselin, ehl-i İman, ehl-i İrfan Ruhlarına, sizin de babaları, anaları, dedeleri, ceddiniz, cümlesinin ruhlarına, Allah rızası için, lillahil Fatiha!

 

Allah Resûlünün Dilencisi Olun

Sokakta, işine-gücüne, evine gidiyorsun. Hepiniz, yoldan gidiyorsunuz ya! Birisi yolda elini açar, ihtiyacı vardır. Onlara da dilenci diyorlar. Onlar mide dilencisi, onlar da ihtiyacını öyle temin ediyorlar.

Fakat siz, umumiyetle Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, Allah’ın dilencisi olun! Allah’ının Resûlünün dilencisi olun! Âmin. İnşallah, Kur’ân-ı Azimüşşan’ın dilencisi olun. Hadis-i şeriflerin dilencisi olun. Mide dilencisi olmayın. Allah nasıl olsa bir rızık vermiş, bunu temin ediyorsunuz. Sabah yemezse, öğle yiyecek, öğle yemezse, hiç olmazsa akşam. Allah yine rızkını verir.

Orada elini açana, “Canım Allah versin, acele işim var.” Dersin. Ama dolanır, gene gelir. Hızlı hızlı gidiyorsun, önüne geçer. “Ya, yapma kardeşim. Hemen işime gidiyorum, param yok.” Ama, biraz ileride gene önüne geçer. “E, yeter yahu” der insan. Merhamet edelim. Üzerinde varsa verelim. Hadi bakalım.

Bir de kapıya gelir. Kapıya, tak, tak, tak. Kapıyı açarsın, işte elini açıyor. “Yahu bir şey yok, hadi git. Allah versin.” Beş dakika sonra gelir, on dakika sonra gelir. Netice, rahatsız olursun. “Birader ne istiyorsun, sana vereyim.” der, kurtulursun.

Şimdi Hacı Efendi, önce tövbe istiğfar, ondan sonra Kur’ân-ı Azimüşşan’dan, hepsinin ruhaniyetine okudu. Dua işte.

Allah, cümle ümmet-i Muhammed’i, bütün insanları, bu cemaati de mahrum bırakmasın. Büyük bir zatız, ancak, Allah’ın dilencisiyiz. Uzattıkça, kapıyı açıverir, Rahmet-i İlahi. İnşallah, hepimizi maddi manevi temiz eder. Bunun için, duadan, eğer mümkünse, işimiz, acelemiz yoksa, namazda duayı uzatın. “Duayı uzatın, ama şöyle bir dua.” diyor. Duayı uzattıkça, müracaatı Cenab-ı Hakka yaparken, gönlünüz, namazdaki gibi, gönül başka yerde dolaşmasın. Sabit yani. “Allah’ım! Ben elimi açtım, sabit olayım. Duanın nihayetine kadar devam edin, Allah, o yüzleri, o elleri boş çevirmez, inşallah.”

Biz ne yapıyoruz? Hemen bir el açıyoruz. Yönümüz bir tarafta, ya yoldan, ya oradan, kim bilir kime müracaat ediyorsun. Neden? Duadan kaçamak yapıyorsun? Yapılan dualar, halisane olsun inşallah. Hepimize…

 

Teheccüd Namazı, Sabah Namazı

Bugün, buraya kadar nihayet geldik. Birbirinizden, şöyle maddi manevi, dünyevi uhrevi, bir âyet-i şerif, bir hadis meali, bir söz, bir rica, dünya derslerinden, hali ahvalinden bir şey varsa, söyleyin. Gelecek haftaya bırakmayın. Şimdiden söyleyin. Cevaplandıralım.

Allah hepinizden razı olsun. Allah, hepinizin gönlünü gani etsin.

Sizden, hepinizden ricam, sabahları kalkarken, sabah namazını boş bırakmayalım. Hepinizden ricam. O çok mübarek, o bir saat. O, hatta sabah namazından bir saat, yarım saat evvel kalksan, iki rekât, dört rekât, sonu altı rekât, nihayeti yok. Yani öyle karar vermişler. İki rekât, dört, altı, teheccüd namazı, gece namazı. Allah’ının Resûlu diyor ki: “Ümmetime kıyamadım, kıysaydım, teheccüd namazını farz yerine koyardım. Hayatta, beş vakit namazdan gayrı, ibadetlerin içinde en sevdiğim gece, teheccüd namazı.” Teheccüd namazına da kalkarken, kimseyi rahatsız etmeyin. Aileyi, çoluk çocuğu, rahatsız etme. Usulcana kalkarsın. Bir banyoya girersin, bir abdest alırsın, gelirsin öyle. Fazla oda varsa. Yoksa çocukların odasında, aynı odada, rahatsız etmemek şartıyla. Maddi manevi, bütün, Allah’ın zekâdan verdiğini, o istikamette, o secdeye vermek.

Teheccüd namazını bitirelim, biraz da tesbih çekelim. Lâ ilâhe illallah, Muhammeden Resûlullah. İsm-i Celâl. Allah! Neyse. Bir de bakarsın, sabah namazı okunuyor. Cami yakınsa, havalar iyiyse, düşman tehlikesi yoksa. Yoksa bir şey, namaza yetişelim. Cemaatle kılalım. Yok, cami yok. Ezanı işitemiyoruz. İleri, uzak, yol tehlikesi varsa, sabah namazını da kıl. Beş dakika daha...

 

Uykuyu Terk Edin

Alıştığımız o uyku, bizi dünya nimetlerinden, maddi manevi mahrum eden, ilahi nimetlerinden, İlm-i Ledünden, mâni olan uyku. Birinci mide, İkinci uyku. Bir alışkanlık var bizde. Biraz gayret etsek, havayı değiştiririz yahu! Saati değiştiririz, ibadeti değiştiririz. Ya!

Fakat uyuyoruz, alışmışız. Mideyi dolduruyoruz. Sabaha kadar sağa sola dönüyoruz. Bir de dünya işlerinden, bir şey olur. Zihin takılır, telaşâ girersin. Uyku geçer, kaçar. Ama kalk işte. O zaman tam fırsatı. O uyku dağıldığı vakit, tam fırsat. Kalkın, bir banyoya girelim. Abdest alalım. İbadet edelim inşallah.

Allah diyor ki: “Bize çok dua edin.”

Elinizi açın. Ama biz burada elimizi açarken, namazda dururken, gönlümüz başka yerde dolaşmasın. Yapışalım, iyi yapışalım. Bırakmayın.

“Biz size dua ediyoruz.” Cenab-ı Hakk diyor. “Siz de bize dua edin. Biz sizi zikr ediyoruz. Sizlerde, bizi çok zikredin.” Hiç durmayın. “Sizlerde, bizi çok zikredin. Biz sizi zikrediyoruz. Sizlerde, bizi çok zikredin.”

İnşallahu Rahman! Hepimiz Allah’ın izniyle, Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, Hacı Efendinin okuduğu, Enbiya-i Mürselin, Evliya-i Kiramın yüzü hürmetine. Öyle Evliyalar gelmiş ki toprak olmuş. Allah’ın Velileri toprak olmuş, Onlar ölmez! Yunus Emre Hazretleri’nden: “İnsanlar ölmez. Ölenler hayvan imiş!”

Biz de o hale gelelim. Yani bak. Hep İnsanın sıfatını taşıyoruz. Gözü kulağı, ilhamı, Hakk’a bağlamışız. Bir Hakk’ı burada koklayalım. Yani göremezsek de bir koklayalım burada.

Allah’ım! Senin kokunu aldık. Ne vakit? Filan gün, filanda, aldık. Allah’ının Velileri öyle. Teheccüd namazı, gecenin bir vaktinde kalkın ve tehecüd namazını kılın. Geceyi, ikiye bölün diyor, uykuyu, ikiye bölün diyor. İkisini uykuya vermeyin, eğer mümkünse birisini uykuya verin, iki ve üçüncüsünde ibadet yapın. Eğer mümkünse hepsini Allah’a verin, ibadete. Uykuyu terk edin, diyor.

Allah ile Olduktan Sonra

Bunun üzerine, bir şey daha geldi aklıma. İnşallah yapacağız bunu.

İkinciyi uykuya verin, birisini ayık olarak, ibadetle. Kazaya kalmış namazları, nafileleri, tesbih vesaire. Fakat daha daha, daha alıştık, birisini uykuya verdik. İkisini ibadet ve taâta. Fakat, daha daha uykuyu kestik, hepsini ibadete.

Bir şey mi oluyor? Hiçbir şey olmuyor. Allah bilir, hiçbir şey olmaz. İnsan, daha dinç olur. Çünkü Allah ruh ile, ruh da Allah ile olduktan sonra; uyusan, uyku ne yapsın? Mide ne yapsın? Alışıyor, evet…

Birisi diyor ki bu nokta üzerine, üçünü de yani, bütün geceyi uykuya değil de ibadete verince, sabaha kadar. Sabah namazını kılalım. Bunu çok söyledim. Burada inşallah, aramızda yapan çok. Biz de yapalım inşallah. Ben bunları gördüm, birçok gördüm, Elhamdülillah. Sizleri de göreyim inşallah. İbadette, ya tesbihte, ya ayakta, olmazsa tesbihte otururken, zikirdeyken, böyle bir uyku gafleti geçer. Hemen kendini kaybeder. O kimse ki bir an için, kendini kaybeder. Bir an için, o şehri vaziyetinde, şeriatta abdesti bozulmuştur. Yani, hemen kalkıp abdest alır. Kendini uykuda kaybetti ya, abdesti bozulmuştur. Kalksın, tekrar bir abdest alıp, öyle devam etsin.

O, üçünü de Hakka veren, bütün uykuyu terk eden kimse için de, boy abdesti alsın. Kalkıyor, boy abdesti alıyor.

 

Bu Tası Dolduralım

Biz de onların evladıyız yahu! Bize ne olmuş? Uykuya, mideye, göze, kulağa kıymet vermişiz. Biraz keselim bunları, yavaş yavaş keselim. Allah’a yakın olalım.

Sabah burada bir şey vardı. Bir şey söyledim. Cuma’ya buradan gittiler de, birisi bir şey söyledi.

“Ayağın için masaj yapalım!” dediler. Benden vazgeç. Kalk, Cuma yakın. Kalk Cuma’na. Yarın gelme, öbür gün gelme, üç gün. O da korkuyor, bütün kireçlenme olacak diye. Bütün yatağa gireceğim, kalkamayacağım. Ondan korkuyor.

Şöyle dedim: “Sana bir misal söyleyeyim. Aydın’da çamur var ya? Testi yapıyorlar, tabak yapıyorlar.”  Sabahleyin burada söyledim. Dedim ki: “Ben bir çamurken, uğraşıyorsun benle. Bir testi yaparken, bir bardak yaparken, çamurdan. Allah hayrınızı kabul etsin. Allah size güç, kuvvet versin. Beni ayağa kaldırsın diye, bir bardak olayım. Siz de benden yakayı kurtarırsınız.” diyorum. “Hadi gidin, namaza!”

Bugün söyledim: “Hepimiz birer bardağız. Hepimiz birer testiyiz, hepimiz birer tasız. Aynı vaziyette. Bunu doldur, boşalt, doldur, boşalt. Yok yahu! Bir de bakarsın, onu tekâmül ettik, yarın bir gün, Allah rahmet etsin. Ahmet Efendi vefat etti. Yahu, iyi adamdı. İşte, gelirdik, görürdük. Beş dakika konuşurdu. Sonu yok! Gideceğiz. Ya! Gitmeden evvel, bu tası dolduralım biraz.”

 

Tasın Dışını da İçini de

Bir şey aklıma geldi. Vakti zamanında, yani bu Ankara’da olmuş. Cumhuriyetten evvel oluyor. “Bardağı dolduralım.” dedim, aklıma geldi. Bunu söyleyelim, hemen kalkalım.

Ankara müftüsü. Hanımı diyor ki:

“Efendi kalk. Hoca Efendi, kaplar kalay ister.” diyor. Tas, vesaire, kalay ister. “Çoluk çocuk zehirlenir.” diyor.

Müftü, müezzin olan talebesini yanına çağırıyor. Müezzin diyor ki: “Oğlum, şu kalay istiyenleri sabahleyin topla bir çuvala, doldur. Uluca çarşısında, iki kalaycı var. Soldakine değil, sağdakine, Hasan Efendi’ye bırakıver.” diyor. “Benden de selâm söyle. Selâm söyle yapsın. İki gün sonra git, al.” diyor. Parasını veriyor. Müezzin “Peki Efendim.” Diyerek sabahleyin kalkıyor. Çuvalı dolduruyor. Tası, bardağı, ne varsa, tencereyi. Gidiyor bir de bakıyor ki, Hasan Efendi kapalı. Soruyor. Diyorlar ki: “Hastadır, bir hafta kadar gelemez.” Öteki açık, boş duruyor. Soldaki.

Diyor ki: “Yahu, efendi söyledi. Eve götüreceğim, gene getireceğim. Buna vereyim de, efendiye söylemeyeyim.”

Hemen götürüyor, veriyor.

Diyor ki: “Yarın bunları alacağım. İşte, Müftü’nün. Hacı Bayram’da vaâz eden. Biraz dikkat et.”

“Ha! Yavrum peki.” diyor.

Hicazdan gelmiş, misafirlere su vermek için, bardak yerine bakırdan bir tas... Hepsini çok güzel, parlak yapıyor. Tasın, dışını yapıyor da içini yapmıyor. Adam geliyor. Topluyor, bakıyor.

“Efendi, unutmuşsun. Bu tasın dışını yapmışsın, içini yapmamışsın.”

“Oğlum.” diyor. “Sen bu işlere karışma. Müftü de, senin hocan da bu suali senden soracak. O vakit doğruyu söyle, korkma. İşte Hasan Efendi yoktu, karşıdakine bıraktım. Karşıdaki de böyle yapmış. O seni sevecek, fazla sevecek. Korkma.” diyor.

Alıp götürüyor. Hanım bakıyor. “Oğlum bu tası niye yapmadın?”

“Valla Hanım. Unutmuş mu ne? ”

“Bunu… Efendiye vereceksin bu cevabı.”

Hoca, akşamleyin geliyor. Kaplara bakıyor.

“Efendi!” diyor. “Tam makbule geçecek su dağıtım tası, dışını yapmış, içini yapmamış.”

“Ulan oğlum, nereye götürdün? Hasan’a götürmedin mi?”

“Efendi, gittim.” diyor. “Bir hafta hastaymış, yenge tası istiyor. Ben de gelmeyeyim, gitmeyeyim diye karşıdaki Hüseyin Efendi’ye bıraktım. Bu tas için ise ben bunun eksikliğini söyledim.” diyor. “Onu müftü bilir. Müftü Efendi seni çok sevecek, dedi.” Diyor.

“Tamam. Tamam oğlum, tamam. Doğru yapmış.”

Sabahı kalkmış. Sabah namazını kıldıktan sonra, kahveden çayı mayı içiyor. Doğru kalaycıya. Açıyor Hüseyin Efendi.

“Selâmun Aleykum ve Aleykum Selâm.”

“Yahu, hoşgeldin. Safâlar getirdin.”

“Yahu, sen beni mahcup ettin. Dediğin doğruydu da, ama beni mahcup ettin. Kimseye söylemedim.

“Olur, Efendi olur.” diyor. “Cuma günü sabahına kalkarken, bir boy abdesti al. Sabah namazını camide kıl. Gel bu sandalyeye otur.”

Çıkıp geliyor. Aynı yapıyor, geliyor. Müftü sandalyeye oturuyor.

“Efendi!” diyor. “İlmi zahirde, sana vereceğim bir şey yok. İlmi Tevhid’de bir kelime. Tevhid vereceğim sana.” diyor. “Dikkat et. Haram maramı buradan geçirme. Şu mübarek gözlerine, diline, kulağına. Harama marama bakma. Güzel hanımlara bakma. Bir tesbih.” Onu çok söyledim. Şimdi başka misal söylüyorum. “Bir tesbih, bir namazının üzerine.” diyor. “Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid getir. İşte bu! İçi de temizler, dışı da temizler. Hepsi olur. İçi de temizler.”

“Hay Allah senden razı olsun.”

“Ben kimseye söylemem.” diyor. Kalaycı gönlü Hakk’a vermiş. “Sen dikkat et.” Müftü Kalaycı’yla, Ümmi Kalaycı. Okuryazarlığı yok, ama temizlemiş gönlünü. Gönlü Hakk’a vermiş. Hakk’a bağlamış. Müftüyle güzel bir ahbaplığı var. Çok da faydası oluyor.

 

Eskiden, çok güzel bir laf vardır. Çok da fazla söylüyorlar. Somuncu Baba... Böyle başlamış, bir simit başlamış. Ama fırına koyarken, gelirken, Bismillahirrahmanirrahim, Kelime-i Tevhid ile, “Allah’ım! Başka bir şey yapamadım. Bu sefer yapıyorum. Seni bunun yerine nur etsin, Sen bunların yerine, onları nur et. Bunlarla temizle.”

 

İnsan’daki Kıymet

Allah hepinizden razı olsun. Allah hepinizin muradını versin. Âmin.

Şu uykuyu, mideyi biraz kısalım. Allah’a, biraz kapı açık bırakalım. Yaptığımız işi bilerek yapalım. Güzel edelim. Gaflet içinde yapmayalım. Gaflet içinde yapan ne olur? Ne yapacağız? Yarın öbür gün, gideceğiz. İşimiz, Elhamdülillah, Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid ile, Nuru Muhammed ile. Boyanın! Şu içi de. Hakk için boyanalım.

“Beni,” diyor. “Dağı, taşı…” Kudsi hadis var. “Kabul etmedi. Kimse beni. Bir müminin kalbine girdim. Dağı, taşı beni almadı.” Şimdi bu âyet-i kerimede;

“Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. İnnâ aradnel’emânete alessemâvâti vel’ardı velcibâli fe’ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal’insân, innehü kâne zalûmen cehûlâ.” (Ahzab Suresi, 72.Ayet.)

Efendimizin buyurduğu gibi. Yani, “Benim emanet-i ilâhiye’mi, dağlara arz ettik, dağlar korktu. Korktu, kabul etmedi. Denizler, kabul etmedi. Ay, güneş, kabul etmedi. Hiçbir şey kabul etmedi. İnsanoğlu kabul etti.”

O kıymete bak. Şimdi insandaki kıymete bak. O Nuru İlâhi, O Allah’ının rızası. O’nun ilahî, O Allah’ın rızası. O Allah’ın Cemâli, Kemâli, Kur’ân-ı Azimüşşan’ı, İnsana bıraktı.

Şimdi, şöyle bir misal verelim. Kur’ân’ı götürelim, büyük bir çınar ağacına asalım, dalına. Ne anlar çınar ağacı yahu? Bir filin boynuna asalım. Ne anladı? Şimdi, misal. İnan, tercih ediyoruz. Götürelim, bir dağın başına koyalım. Ne anladı? Denizde bir kayanın içine koyalım. Kur’ân’ı içine koyalım. Denizde dursun. Deniz ne anlar? Şimdi şu güce, kuvvete bak. Ufak, altmış kiloluk bir insan. Kur’ân-ı Azimüşşan’ı taşıyor. Öpüyor, kalbine de koyuyor Elhamdülillah.

Allah rızası için, lillahil Fatiha!

Haliyle, ahvaliyle, Allah’ının emanetiyiz. Allah’ın kuluyuz. Bize verilen bu Kur’ân-ı Azimüşşan, aşağıdan yukarı, Nuru Muhammedî. Bu da bize emanet. Emanete hıyanet edemeyiz.

Emaneti gönülden, dilimizde, kulağımızdan, gözümüzden, iyi taşıyalım. İnşallah. İyi mi?

Allah razı olsun. Hepinizden. Hadi güle güle.

 

Bir hadis, diyordu ki… Hadisi inşallah, iki Cuma sonra hazırlayacağım. Birer tane vereceğim size. 

Kalkalım. Hadi bakalım, unutmayalım yahu! Yahu unutmayalım. Allah’ının malını, Allah’ının hediyesini temizleyelim. Yine Allah’a teslim edelim inşallah. Teslim edelim!

 

Ve bir şey varsa söyleyin. İyi mi? Söyleyin.

Güle güle. Allah’a emanet olun.

Allah’a şükür edelim. Yaptığımızı bilelim.

Bir suyu içerken, bir kıl ağzımıza gelir. Ya bir toz olursa, bütün bardağı boşaltıyoruz. Bir yemek yerken, bir taş ağzımıza gelir. Onu da terk ediyoruz. Allah’ın bize bahşettiği nimet. Yediğimizi, içtiğimizi, ekmek vesaire, şunu, ufacık bir şey, bir kıldan, bir çakıldan, dişine geliyor. O yemeği bırakıyorsun.

Şu, bizi ilelebet Allah’tan mahrum eden mâsivâyı, niye bırakmıyorsunuz? Bırakalım yahu! Terk edelim!

Kalkın! Bırakalım yahu! O bizi bırakmaz, o bizi kavramış. Biz onu bırakalım. O bizi bırakmaz. Biraz gayrete gelelim. 

Allah’a emanet olun.

 

15 Mart 1996, Cuma