11.SOHBET: MELEKLERİ GÖRECEKSİNİZ

11.SOHBET: MELEKLERİ GÖRECEKSİNİZ

Esselâmu Aleyküm,

Esselâmu Aleyküm,

Esselâmu Aleyküm ve Aleyküm Selâm.

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Resûlallah,

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Nebiyallah,

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Şefiallah,

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Seyyidine Evveline vel Ahirin.

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Nurul Arşil Azim.

Esselatu vesselâmu Aleyke ya Nurul Arşil Azim! 

               

Hadis-i şerifler

“Efendim, geçen hafta, içinde kırk hadis ihtiva edenbir eser istemiştiniz,  bir arkadaşımız getirdi..”

Kimin tarafından.

“Şeyh Hamidi Veli, Somuncu Baba diyor. Kırk seçme hadis-i şerifi izah ediyor. ”

Görelim.

“Efendim. O hadis-i şerifi ihtiva eden, bu da Kur’ân öğrenmenin ve öğretmenin fazileti Hakk’ında hadisler. Kardeşimiz getirmiş.”

İkisini bir mi getirmiş?

“Evet, ikisini bir getirmiş.”

Peki. Şimdi Allah’ın izniyle, Habib-i Ekrem’in müsâdesiyle, cümlemizin yüzü hürmetiyle bir şey hazırlayacağız. İnşallah size dağıtacağız onları.

Bir, iki tane oku. Hadi bakalım.

“Kur’ân öğretmenin ve öğrenmenin fazileti Hakk’ında sahih hadisler.

Nasr-ul Kebir adlı eserin önsözünde diyor ki: ‘İnsan ancak bildiği nispette şereflenir ve aklettiği ölçüde üstünlük kazanır, fazilete erişir. Sahip olduğu şevk nispetinde ve arkadaşlık kurduğu kimse değerinde, soylu sayılır. Kur’ân, Allah’ın en büyük kitabı olduğu ve indiği, Peygamber, en üstün Peygamber olarak bulunduğu, ümmetinin de en üstün ümmet olduğu ve insanlar arasında, insanların hayrına çıkarılmış bir ümmet özelliğini taşıdığı için, Kur’ân-ı kalbinde, dimağında taşıyanlarda bu ümmetin en şereflileri ve Kur’ân okuyanlar da milletin üstünü sayılır.”

 “Bu konuda Resûlullah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)buyurdular ki: ‘Sizin hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.’ Diğer bir hadiste ise: ‘Sizin en üstününüz, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.’ Yine bu konuyla ilgili diğer bir hadis de şöyle buyuruyor: ‘Sizden hanginiz, her sabah gider de büyük, hörgüçlü, gevişken iki deve getirir. Günah işlemeden, merhamet bağlarını kesmeden.’ Bunun üzerine Ashab-ı Kiram: ‘Hepimiz bunu arzu ederiz, ya Resûlullah!’ diye cevap verdiler. Cenab-ı Peygamber Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun): ‘Sizden biri sabahleyin kalkıp, mescide giderek öğreniyor mu veya Allah’ın kitabından iki âyet okuyor mu? İşte bu ona üç deveden hayırlıdır. Dört âyet öğrenmesi ya da okuması, dört deveden hayırlıdır.’ Buyurdu.”

 “Abdullah bin Nasut’tan rivayet buyuruldu. Resûlullah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)buyurdular ki: Sizin en şerefli ve hayırlınız Kur’ân’ı okuyan ve okutandır.”

İşitiyorsunuz değil mi? Biraz yapışalım Kur’ân’a! Biraz yapışalım, biraz...

“Diğer bir hadiste; Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”

“Hadislerden çıkan sonuç şudur: Sözlerin en hayırlısı, Allah sözüdür.”

“İnsanların en hayırlısı Peygamberlerden sonra, Kur’ân’ı öğrenen ve öğreten kimsedir.”

“Kur’ân’ı diğer şeyleri okumaya tercih edenler hayırlı olanlarınızdır. Kudsi hadiste şöyle buyrulmuştur: ‘Kur’ân kimi beni zikretmekten ve benden bir şey istemekten meşgul edip alıkoyuyorsa, dilekte bulunanlara verilenlerin en üstününü ona veririm.’ Hafız İbni ala El Hamedan, Allah’ın mübarek kullarını bir araya getirip de şu neticeyi çıkarmıştır. ‘Kur’ân öğrenmek ve öğretmek. Kimi bana dua etmekten ve benden bir şey istemekten alıkoyuyorsa, Allah onun muradını en güzel şekilde verir.’”

Âmin.

“İstekte bulunanlara verilenlerin çok üstünü, ona sunulur. O, halde Kur’ân ile meşgul olan zannetmesin ki Allah’tan bir şey istemediği zaman, kendisine bir şey verilmeyecektir. Bilakis, kendisine en mükemmeli verilecektir. Çünkü kim Allah içinse, Allah da onun içindir.’”

“Ebu Sümeyne’nin yapmış olduğu rivayette, Resûlullah (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)Efendimiz buyurdular ki: ‘Allah’ın kitabından bir âyet öğrenen kimseyi, kıyamet gününde yüzünde tebessüm olduğu halde ben karşılarım.’ Ebu Zerri yapmış olduğu rivayette, Resûlullah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)buyurdular ki: ‘Sabahlayıp Allah’ın kitabından bir âyet öğrenin. Sana, yüz rekât nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır.’ buyurmuştur.”

 “Konuyla ilgili diğer hadisleri sıralıyoruz.

“Allah’ın kitabını öğrenen ve sonra kitapta olana uyup amel eden kimseyi Allah sapıklıktan kurtarıp doğru yola kavuşturur ve kıyamet günü o, kötü bir hesaptan korunur.”

Âmin.

“Ya Ebu Hüreyre, Kur’ân’ı öğren ve öğret. Ölüm sana gelinceye kadar, buna devam et. Bu halde bulunduğunda ölüm sana gelecek olursa, müminlerin Beytullahı tavaf ettiği gibi, Melekler de senin kabrini hac edeceklerdir.”

“Kur’ân’ı yeteri kadar bilen kimse, şerefli, saygıdeğer, yazıcı meleklerle beraberdir.

“Kur’ân okuyan, ondan zorluk çeken kimseye, iki sevap vardır.”

 

Kedilerin Babası – Melekleri Görecek

Burada birkaç defa, Ebuzer geçti. Çok hadisi geldi. Ebu Hüreyre yani. Kedilerin babası. Kedileri çok seviyormuş.

Şimdi İstanbul’dan annesi  altmış yaşında olan biri geldi. Evinin içinde Elli iki tane kedi beslermiş. Kadının, bir oğlu, bir de kızı var. Kızı anasına hizmet edecek, ama kedilerden yer yok ki anasının elini öpsün. Sokaklardan toplayıp getiriyor. Kedinin ayağı kırılmış, hasta olmuş. Doktorlara tedavi ettiriyor. Hayvandır yani, bakacak, tedavi edecek.

 Allah’ının Resûlü, Mekke’den Medine’ye hicret ederken, o anda Ashab-ı Kirâm’a bir vaaz-ı nasihat etmiş.

Demiş ki: “Kim ki Kur’ân’ı çok okursa, Kur’ân’ı içinden, hiç olmazsa bir “İnnâ ateynâ”, “Kulhuvallah” okursa, en kısa âyetlerdir, Allah’ının izniyle.” demiş. “Allah müsâdeederse, melekleri görecek.” O kimse.

Şimdi, Hacı Efendi okudu. Hepimiz dinledik. Ben buna ilave ediyorum,  sevabı işittiniz.

Ebû Hüreyre, kedilerin babası, rençberdir. Çok çalışmaktan elleri nasırlaşmış. Ebu Hüreyre’nin de aralarında olduğu bir grup, Medine’de Allah’ın Resûlünü karşılama merasimine çıkmışlar. Allah’ın Resûlü, Ebû Hüreyre’nin o çok çalışmaktan nasırlaşmış elini eline almış ki öpecek. “Ya Ebuzer, senin mübarek elin öpülür.” demiş. “Ben öperdim. Ama bütün ümmet, senin elini öpmek ister.” demiş. “Bana da kızarlar. Ebuzer’in elini öptü, diye. Senin elin öpülmeye layıktır, çünkü çalışıyor bu el.” diyor.

Siz elinden çalışın, rençberden çalışın, kâlem ile çalışın, eliniz, diliniz çalışsın, yani buradaki maksat durmadan çalışın. Bir şey yapın, ne yaparsanız yapın.

 

Allah Çalışanı Sever

Burada bir şey daha geldi bak. İnşallah döneriz oraya, çalışma üzerine. Dikkat edin!

Bir haber vermişler Medine’den. “Allah’ın Resûlü! Filan kişi çok hasta. Herhalde ruhunu teslim edecek. Seni istiyor.” demişler.

“Buyurun gidelim.” demiş.

Sokakta giderken, birisi kapının önüne çıkmış. Şöyle oturmuş, gaflet içinde düşünüyor. Bakıyor ki bir kalabalık karşıdan geliyor. Bakıyor, aralarında Allah’ının Resûlü var. Hemen kalkıyor ayağa, kıyam yapıyor. Allah’ının Resûlü de geçiyor. Selâm vermeden geçiyor.

Etrafındaki Hz. Ömer Faruk, Ashab-ı Kiram: “Acaba bu ne hata yaptı? Buna selâm vermedi. Hatta Hıristiyan olsa bile, selâm verirdi.”

Allah’ın Resûlü O... Bir şey söylememişler, gitmişler.

Hastayı ziyaret etmişler. Ziyaretten dönüşte, adam gene aynı yerde oturuyormuş. Ama ileriden görmüş Allah’ının Resûlü. Bir çöp eline almış, toprağı çiziyor. Tam yanına yanaşırken adam gene kalkmış.

“Esselâmun Aleyküm ya filankez,  ya Hasan,  ya Mehmet!” Selâm etmiş.  Etrafındakiler sevinmişler.

Biraz ileri giderken: “Allah’ın Resûlü!” demişler. “Biz çok merak ettik. İki saat merak içinde kaldık.”

“Hayrola?”

“Biz giderken aynı adam yerde oturuyordu. Selâm vermedin. Merak ettik. Fakat dönüşte aynı adam, aynı yerde oturuyordu. Selâm verdin, biz sevindik. Sebebi nedir?”

“Biz giderken gaflet içinde düşünüyordu. Nefsâni hâli, ahvâli düşünüyordu. Dönüşte baktım ki çalışıyor.”

“Ne yapıyor idi, Allah’ın Resûlü?”

“Çöp ile toprağı çiziyordu.”

Allah’ın Resûlü çalışma seviyor. Biz de çalışalım yahu!

İçten çalışalım, dıştan çalışalım. İşimiz yoksa, başka bir komşunun işini görelim. Gençsiniz. Böyle yolda giderken bakarsın, bir ihtiyar adam, bir ihtiyar hanım, dolu bir file ile pazardan geliyor. Fakat taşımakta zorlanıyor.  Alın götürün, koltuğuna girin, iyi mi?

 

Üç Sınıf Ambarcı

Şimdi aklıma geldi. Bu çalışma üzerine. Size birisine yardım edin dedim.

Otobüs gelirken, yerde otururken, ihtiyar birisi gelir, yorgun birisi gelir, hasta birisi gelir, hemen kalkın yardım edin, ona yol verin.

Bakın ben bu dediklerimden birini yaparken başımdan şöyle bir şey geçti.

İyi dinleyin! Burada çok güzel bir şey var.

Numune Hastanesinin karşısından, orada bir mescid var. Bir Cuma günü. Orada namazı kıldım, dışarı çıktım. Numunenin ordan Saman pazarına doğru gidiyorum.. Böyle hafif bir kar yağmış, altı don. Yukarıdan bir efendi, gelen. Hacı Baba kadar, şişman, biraz daha uzun. Bir ayağını atıyor, küt diye, sırt üstü düşüyor. Kayıyor. Ben tam yanaşırken, yine düştü. Hemen elinden tuttum, kaldırdım.

Buradan, o adamdan mükâfat var. O adam, farkında değil ama.

Dedim: “Sen nereye gidiyorsun?” O vakit, şimdiki İtfaiye Meydanı denilen yerde Diyanet İşleri Başkanlığı vardı.

“Ben.” dedi “Diyanet’te memurum. Şu mescidden Fahri olarak geldim. Hutbeyi okudum. Namazı kıldım, gidiyorum.” dedi.

Şimdiki gibi, para bol değil. Daha para yok demeyin, çok zengindir Türkiye. Türkiye’miz çok zengin, her cihetten zengin. Ne ile zengindir? Kur’ân’da zengindir, İncil’de zengindir, Tevrat’ta zengindir, Zebur’da zengindir, bilgide zengindir. Allah’ın verdiği bereket var. Zengindir. Bak bütün Avrupa’ya yardım ediyoruz. Kızılay gönderiyor. Haberiniz var mı? Yahu çok zengindir.

Siz de zengin olun. İnşallah birbirinize yardım edin. Sükut etmeyin.

“Türkiye’de para yok efendim. Türkiye, işte aşağı gitti.”

Yok! Türkiye çok zengindir. Bütün dünyaya yardım ediyor. Beş vilayet, beş hükümet, bize kaldı. Beş hükümete yardım ediyoruz. Irak’a da yardım ediyoruz. Bir milyar nüfus, bizim içimize girdi. Daha ona yardım ediyoruz.  Haberleri işitiyorsunuz. Yunanistan bize hallem ediyor, kallem ediyor, Yunanistan’a yardım ediyoruz.

Allah’ının bütün bereketi Türkiye’de. En çok Kur’ân -ı Azimüşşan Türkiye’de. En çok hadis-i şerif Türkiye’de. İşte onların yüzü hürmetine, Türkiye zengindir.

Siz de durmayın, gençsiniz. Dersinize bakın, işinize bakın. Gece yarım saat, on beş dakikada meşgul olun. Bir şey öğrenin.

Ben, hatta hepinize demişim, bir gece nöbeti tutun. Nöbet tutan birçok kişi var. Bana haber veriyorlar. Yatsı namazından, sabaha kadar oturuyorlar. Namaz kılıyorlar. Kaza namazını kılıyorlar. Kitap okuyorlar. Sabah namazını da kılıyorlar. İşi varsa, işe dalıyor. İşi yoksa biraz yatıyor. Bir saat uyuyorlar.

Siz de öyle inşallah. Çalışın, durmayın çalışın.

Nerede, nereye gitti hutbe?

Allah aklıma getiriyor. Siz ama unuttunuz bak. Ama benim hatırıma geliyor. Kafayı boş bırakın. Allah sizi ilimle doldurur. Yolunu biraz boş bırakın. Mideyi biraz boş bırakın. Allah kalbinizi nur eder yahu! Akl-ı selim, kalb-i selim buna derler.

İtfaiye meydanındaki adam ne diyor? …

Dedi ki: “Sen oraya kadar götürüp zahmet etme.”

“Yok.” dedim. Koltuğuna girdim. Böyle gidiyoruz. Tutuyorum, kuvvetliyim. Şimdi yine kuvvetliyim. Hepinizden kuvvetliyim elhamdülillah! Şimdi yine kuvvetliyim, hepinizden kuvvetliyim. Elhamdülillah. Merak etmeyin.

Dedi ki: “Bugün hutbede ne okudum?”

Dedim ki: “Efendi, ne bileyim? Buyurun.” dedim.

“Dünya...” Bak, çok lâzımdır. “Ne kadar ki canlı var, yani dünya üzerinde. Canlı, meselâ bir insandan, deniz hayvanından, kara hayvanından, bir karıncaya kadar. En ufak karınca. Ne vakit ki acıkırsa, ne vakit ki susarsa.”

Âyet-i şerif, hutbeden okumuş bunu, izah ediyor. Ben ona yardım ediyorum. O, elli sene oluyor, daha fazla. Bak, şimdi aklıma geldi.

Biraz kafayı boş bırakın yahu! Allah’ın ilmini öğrenmek için, Kur’ân’a yanaşmak için, birbirinize hizmet etmek için, şu mideyi çok doldurmayın. Mide neye hizmet eder? Kusura bakmayın, şu boğaz neye hizmet eder biliyor musun? Şehveti kuvvetlendirir, tuvaleti doldurur. Başka bir şeye yaramaz yahu! Bunu iyi bilin.

Esas oradan bozuluyor. Şehveti azdırır. Gençsiniz, evlenemezsin, ne yapacaksın? Ya bir hanımı kandıracaksın, ya geneleve girecek, hataya gireceksin. Biraz boş bırakın. Haftada bir, iki gün oruç tutun. Onu daha zayıf bırakın. Bir şey olmaz. Allah bilir ki; üniversiteyi de, liseyi de geçersin. Çünkü kafa boşaldı mı, mide boş çalışmak istiyor. Fakat doldurdun mu uyku başlar, şehvet başlar. Başka bir şey yok.

Şimdi geliyor adam. Kusura bakmazsınız değil mi? Burası çok hoştur, benim hoşuma gidiyor. Sizin de hoşunuza gider.

“Üç sınıf hayvan var.” dedi. “Üç sınıf ambarcıdır.” dedi. Şimdi ambarcıyı size söyleyeyim. Mideyi dolduran işte ambarcıdır.

“Üç sınıf. Bütün, karada, denizde. Ne kadar varsa, üç sınıf.” dedi. “Ambarcıdır.”

Gidiyoruz, yukarıda, Saman pazarında gidiyoruz, ama kayıyor ayağı,hemen tutuyorum. Fakat kulağımı da veriyorum.

Altmış sene var. Allah’a hamdü senâ olsun. Hakkıyla aklıma geldi. Boş bırakın kafayı, boş bırakın.

“Birinci, insan.” dedi. Ambarcıdır. Biz hepimiz ambarcıyız. Hem paralı, hem ambarcıyız. Hem maaşlı, hem ambarcıyız. Yanımızdaki komşunun, yanımızdaki arkadaşımızın kâlemi yoksa, , bir kâlem alması için beş kuruş para vermeyiz. Yanımızdaki aileler, aç yatar. Çalışsın, kazansın. Haberimiz var. Çalışın kazanın, yahu! Çalışsa kazansa, aç kalmaz!

Adam: “Birinci ambarcı İnsan” dedi. “Kazanır, çoluk çocuğuna bile yediremez.” dedi. “Bir gün, bana lazım olur diye, çocuklarına bile yediremez.” dedi. “Ya bir zelzele, ya bir yangın olur, ya bir düşman istila eder. O ambar gider. Ambar, dağıldı gitti. Çektiği maval kendine kaldı.” O hepimize lazım.

Arkadaşlar! Birinci ambar insan. İnsan ambarcıdır. Dikkat edin!

Yanınızdaki komşuna, arkadaşına, akrabana, babana, kardeşine. Hissettiniz mi harçlığı yoksa, gizli gidin. Yanına oturun, cebine koyuverin ve senin cebine koyduğunu bilmesin. Okula gidiyorsunuz, birisinin defteri yok. Biliyorsun yahu! “Ben bugün, iki defter almıştım.” Gizli. “Birisini sana vereyim yahu!” “İki defter, iki üç kâlem almıştım, biri senin olsun.” Böyle, birisini kurtarın.

“Birincisi insandı.” dedi, “Ambarcıdır.”

“Peki, Efendi.” dedim.

“Birisi de bal arısı. Ya bir ağaçtan, ya bir çiçekten bal yapar. ”

“Gördüm televizyondan.” dedim.

“Mal sahibi zamanı geldi mi, ağaçtan, çiçekten bal yapan o hayvancığa, gelir bir gün, nafaka bırakmaz. Hepsini alır. O hayvan, orada mahvolur gider. . “Bunu da alan, iki üç tane bırakır. Kışın ortasında kazandığı bal biter. O da orada ölür. Tamam mı?” diyor bana.

Size de, tamam mı?

Birisi neydi? Karınca. O dışarıda, kırlarda vardır. Şehirde var ama çok yerde yok. Hani buğday çekiyorlar. O karınca. Kışın, yazın, sıcaktan, o karınca ne zahmet çekiyor. Ambarı beslemeye.

Şimdi bütün canlı birbirisini yiyor. İnsanlar da canlı yiyor. Hepsi çok yediği hayvana döner. Canlı birbirisini yiyor, yani hepsi ete âşıktır.

Fakat âşık dedim ya, bizim içimizde var, dışında da var. En çok âşık olan Yunus Emre, Hazret-i Mevlâna, Hazret-i Şemsi Tebrizî, Hazret-i Hacı Bayram Veli. İşittiniz. Yani bunlar en birinci gıdayı, neymiş? Hayvan etini terk ediyorlar, yemiyorlar. Bedene kuvvet veriyor, ama ruha ziyan ediyor.

Onun için, bütün hayvanat birbirisini yiyor. Et gibi, birbirisini yiyor. Karınca çekerken, kuşa rast geldi mi, karınca, gördüm, hemen yer. Ne varsa.

Karınca. En kuvvetsiz birisi. Karınca!

Binek birisi? Ta, Hazret-i Âdem’den bu ana kadar, büyük bir araba var. Biliyor musunuz? Eşek eşek! Bütün insanların arabasıdır. Daha hâlâ çekiyor. Motor zamanında, daha hâlâ çekiyor. Gene hâlâ, o eşekler yük çekiyor.

Çok zayıftır bunlar. Eşek, bir mevzusu var, sonra inşallah. Bir daha aklıma gelirse, size söyleyeyim. O hayvanın çektiğini. Yani şimdi karınca çekiyor.

“Ambarı toprakta, o toprağı çekiyor. Dışarı! Yer yapıyor. O dışardan getirilen kökleri, buğdayı nerede bulacak? Otu, bunu da içeriye dolduruyor. Tam,” diyor. “Ekim ayından sonra, yağmurlar başladı mı, o deliği açık? Su istila ediyor, yağmur suyu istila ediyor. Hem kendi ambarda bitiyor, çürüyor; hem ambar. Hepsi bitiyor. Senin ismin nedir?”

Dedim ki: “Ahmet, Efendi.”

“O! İsmin güzelmiş.” dedi.

Orada da diyanetin kapısına girdik.

“Sana çok teşekkür ederim.”

Dedim ki: “Ben sana teşekkür ederim. Bana biraz hediye verdin.” dedim.

“Ne hediye verdim?”

“Yahu, işte bunları verdin bana, işte biliyor musun sen.” dedim.

Bak da, ondan geri kalma. Ne yapalım? Ambarcı olmayalım, değil mi? Milletimize, memleketimize, komşumuza, babamıza, anamıza, kazancımızı, eksik olan yerlere, mümkünse temin edelim. Allah’ın izniyle!

 

İşte bu hadisler, hepsi, onun için. Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetiyle.

Biz, bir yerden döndük buraya. Neydi? Kulhuvallahi! Kur’ân’da. Kur’ân’dan misallere geçtik.

Şu ambarcı olduğumuzu unutmayın! İyi mi! Şu ambarı terk edelim.

Birisi para ambarı, birisi mide ambarı. Olandan biraz keselim, başkalarına verelim.

Akşamleyin yedik mi, sabah ola Allah Kerim. Sabah da başkasına ver. Sabah yedim. Akşam başkalarına verelim. Kızılay’a yardım edelim. Komşuya yardım edelim.

Yunan ileri gelenleri bugün bize hücum ediyor. Biliyorsunuz, hepsi biliyor, yetiştiniz. Otuz sene evvel,  Türkiye bütün zahireyi Almanya’ya, parayı Yunanistan’a yükledi. Unuttuk biz onu. Harpten çıkmış. Birbirimizi öldürdük. Aç kaldılar. Bütün Kızılay Yunanistan’a yardım etti. Unuttuk biz bunları. Şimdi bize çatıyor. Yine yardım edelim.

 

Birisi Düşman, Birisi Kardeşiniz

Burada bir şey daha aklıma geldi. Kusura bakmazsınız, iyi mi? Bunlar çok güzeldir.

Düşmana yardım edelim dedim. Bak, aklıma ne geldi. Bunu bir, iki defa daha söyledim.

Allah’ın Resûlü büyük bir harbe gitmiş. Fakat akşamleyin, gece, Medine’de istirahat edecek. Girecek şehre, ama istiyor ki gündüz girsin. Büyük bir merasimle. Çok şehit vermişler ve harbi de kazanmışlar. Kendi de beraber, her biriyle beraber. Başkumandan. Allah’ın Resûlü başkumandan!

Demiş ki: “Şehrin dışında, Elma dağında bu geceyi geçirelim. Sabah şehre girelim.” Allah’ının Resûlü bilir. Gece yaraları tedavi etmişler. Allah ne vermişse, ne kaldıysa yemişler, içmişler. Sabah namazına kalkmışlar.

Aman namazı bırakmayın. Size, hepinize rica ediyorum. Kalırsa kaza yapın. Beş gün kalır. Altıncı gün, kaza yapın. Bir ay kalırsa, ikinci ay kaza yapın. Namazı bırakmayın.

O harp sonrası, yara bere içinde, sabah namazına kalkıyorlar. Su yok, teyemmümle yapıyorlar.

Evde kalkın. Tembellik yapmayalım. Bu fırsatı nefs-i emmareye vermeyelim.

Kaldığımız yerden devam edersek; Sabah namazını kıldıktan sonra bir vaazı nasihat yapıyor. Allah’ın Resûlü diyor ki: “Arkadaşlar, ashabım, ümmetim! Bak, ben de sizle beraberim.” Kalkıyor ayağa, o zahmet içinde. Kalkıyor ki herkes işitsin. Koca bir ordu var. “Birisi düşman, birisi kardeşiniz. Birbirine vurmuşlar. İkisi de yerde, birisi düşman, birisi kardeş.” O gün, o gün çok şehit vermişler. Çok da yaralı var. “Sizin mataranızda bir bardak su var.”

Şimdi iyi dinleyin. “Bir bardak su var. Kime vereceksiniz? Düşman kardeşinize vurmuş, o da ona vurmuş, ikisi de yaralı, ikisi de su istiyor.”

Hepsi birden: “Kardeşimize vereceğiz.” Biz de şimdi öyle değil miyiz? 

Hz. Ömer Faruk cesur adamdı. Ruhu şad olsun. Allah ondan razı olsun. Evladından, ümmetinden, Allah hepinizden razı olsun. Demiş ki: “Allah’ın Resûlü! Biz hepimiz böyle, kardeşimize karar verdik. Siz olsanız ne yaparsınız?”

Demiş ki: “Bana vursa bile. Ben yaralı olsam. O matara su da benim mataramdan olsa. Bir bardak suya benim ihtiyacım olsa. Kendine bak, kendi nefsine. O yanında, düşman da bana vurdu. Evet, yarısını ona veririm. Bana vuran düşmana. Geri kalan yarısını da ben alırım.” Yani birisi düşman, birisi ümmet.

Bir sarhoşa rast gelirsiniz. Nefret etmeyin. Ben, bu şehrin içinde çok gezdim. Düşmüş, çekmiş, kusmuş oraya. Onun derdine deva olun. Bir taksiye. Çağırın mümkünse, evi tarif edebilirse, onu evine kadar götürün. Bir hastaya rast gelirseniz, hastaneye kadar götürün. Sarhoşu eve götüremedin, orada bırakmayın.  Eğer iyi olursa, ya tövbe eder, ya da yine kafayı çeksin. Maksat iyi olsun. Onu oradan kurtarın. Bir hatayı, bir günahkârı daima kurtarmaya çalışın. Siz de bir tekme vurmayın.

Yani demiş ki: “Bir peksimet olsa, şu kadar. Onu ne yapacaksınız?”

“Allah’ının Resûlü bilir. Allah’ın Resûlünün dediğini yaparız.”

“Yarısını ona verin.” Yarısını, ona verir.

Bu hadistir. Bu hadis-i şeriftir. Allah’ının Resûlünün ağzından ne çıkmışsa, hadis-i şerif. Ortadan bölüyor. Şimdi, konuştuklarını ortadan bölüyor.

 

İkisi de Mübarek Dudakların Arasından, Dilinden Çıkıyor

Buraya çok dikkat edelim hanımlar, hocalar, efendiler! Buraya çok dikkat edelim.

Şimdi eğer âyet-i şerif, eğer hadis-i şerif, bunu bir kitapta yazdım. İkisi de şu nazik, mübarek dudağının arasından çıkıyor. İkisi de dilinden çıkıyor.

Birisine ne diyor? “Allah-ı Azimüşşan’dan, Cebrail kardeşim vasıtasıyla, bize tebliğ olan şu, âyet. Âyet.” diyor. Bunu da bazı sahabeler diyor ki: “Allah’ının Resûlü yazmasak, kafamızdan cem ederiz.” diyor. “Yok, yazın.” diyor. “Kâğıt, kâlem varken, yazın.” diyor. “Kafa unutur. Ama yazı unutmaz.” diyor.

Buna da çok dikkat edin.

Evet! İkisi de dudağının arasından çıkıyor. Birisi kendinin, konuşma sırasında. Hadis demiyor. Ashab-ı Kiram öğrenmiş onu ama, hadis. Ne vakit ki “Vahiy!” dedin mi, hemen yazıyorlar. Âyet. Âyet.

Onlar, ikisi de mübarek dudakların arasından, dilinden çıkıyor.

Buna dikkat edelim, yani hadisi hor görmeyelim. Peygamber sözüdür. Çünkü âyet de oradan çıkıyor.

Hah! Dediğim bu. O iki dudağının arasından, âyet-i şerif de çıkıyor. “Canım hadistir, işte amaaan.” demeyelim. Allah korusun.

Buna uğraşıyoruz inşallah. Gelecek hafta, ya öbür hafta, bastıracağım. Hepinize vereceğim. Hiç olmazsa kırk hadis, elli hadis, yüz hadisi öğrenelim.

Hadis, âyetin takviyesidir. Hadis, âyetin yer açmasıdır. Hem takviye eder, hem yer açar. Kur’ân -ı Azimüşşan’a.

Bunu da unutmayın inşallah! Şimdi Kulhuvalla’ya geldik.

 

Melekleri Görecek

En ufak âyet, en büyük âyet. En ufak, en büyük… Bunu birçok zaman söyledim.

Kime? Ebuzer, kedilerin babası vardı. Buradan başladık, geldik. Kusura bakmayın. Bu çok iyidir.

Bir âyetten, bir kaşık alıyoruz. Bir hadisten, bir parmak alıyoruz. Bunların hepsi lazımdır. Unutmayın. Bunu yayın yaptık.

Evet, Kulhuvalla’yı kim okursa, meleklerini görecek. Melekler, melekleri peygamberler bile görmemiş. Az sayıda peygamber melekleri görmüş, ya! Peygamber! Aralarında çalışan…

Burada bir şey söyleyeceğim, ama bana kızmayın. Peygamberler arasında yetişen, peygamber ümmetinden yetişen nadir. Çok nadir. Çalışsak, hepimiz görürüz. Çalışmazsak, çok nadir.

Peygamber ümmetinden, bizim Hz. Fahri Kâinat Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) ümmetinde, melekleri gören çok var, elhamdülillah. Çalışırsanız, siz de görürsünüz.

Burada bir ipucu:

Bir gün Peygamber Efendimiz çekilmiş, öğlen namazı. Saat on birde gelmiş Mescid-i Saadet’e. Yüzünü kapıya çevirmiş, sırtını minbere vermiş. Şöyle düşünüyor Allah’ının Resûlü. Bekliyor, cemaati bekliyor. Şöyle, kendi kafasından. Kim bilir, o zaman neler geçiriyor?

Bizim gibi masivayla uğraşmamış. Sayfa sayfa yazdım, hepinize verdim. Ne diyor orada?

“Allah’ım açlıktan, fakirlikten, yaramayan ilimden, her şeyden sana sığınırım.” diyor.

O anda, işte kedilerin babası, kediyi çok seven Ebû Hüreyre, ta kendisi. Allah’ın Resûlünü öyle görüyor. O da beş metre gerisinde diz çöküyor. O’nun Cemâl’ine bakıyor. Allah’ın Resûlü ise, kendiyle meşgul. O da Allah’ın Resûlünün, Cemâl’ine bakıyor.

O anda işte, vahiy gücü bu. O anda Cebrail Aleyhisselâm, bir âyet-i şerifi getiriyor. Vahiy ile. Cebrail Aleyhisselâm, Ebuzer’in yanından geçerken, şöyle elini sırtına vuruyor. “Esselâmu aleyna aleyküm”.

“Aleykum Selâm.” diye selâmı alıyor Ebuzer. “Aleykum Selâm.” diyor.

Hz. Fahri Kâinat Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) önünde diz çöküyor. Cebrail gibi büyük melek, kâinatı, bütün peygamberleri devreden melek, diz çöküyor. Vahiy neyse, tebliğ ediyor. Kendine… İkisi birbirinden razı, kalkar.

Cebrail Aleyhisselâm, Allah’ının Resûlünün huzurundan kalkarken ve girerken, gayet edeple, huzurla girermiş.

Hürmet Edelim

Biz de bir salât-ı şerif, Allahümme Salli Alâ Muhammed’i okurken, biraz huzurla okuyalım.

Birisi çağırır, birçok defa söyledim. Sokakta birisi, Muhammed der. Ya da evde çocuğunun ismi Muhammed. Hemen salât-ı selâm. Hemen hemen. Huzurla. Allahümme Salli Alâ Muhammedin ve Alâ Ali Seyyidina Muhammedin ve Sellim. Evet. Yapabilirsen, namazda okuduğumuzu bitirelim.

Yani bir de yolda giderken, bir de bakarsın ki; namaz vakti. Sağdan soldan Ezan-ı Muhammedi okunuyor. “Allahu Ekber, Allahu Ekber!” Eğer bir işiniz acele değilse, hemen durun. Kimse de bilmesin sizin ezana huzur ettiğinizi, öyle durun. Eğer kimse yoksa, huzur edin. Huzur!.. Gelen giden farketmeden. Yine ezan bittikten sonra, yürüyün.

Bunu Amerikalılar yapmış, şahidi bizim içimizde var. Bir arkadaş İzmir’de, sabah namazına bir camiye gidermiş. Amerikalılar o civarda yaşıyormuş. Güzel sesli bir müezzini varmış caminin.  “O camiye gidiyorum.” diyor. “Ezan başlar başlamaz, Amerikalılar işlerine gidiyorlar. Hava alanına gidiyorlar, işlerine gidiyorlar.” Sabah namazında, bizim gibi tembel değiller.

Ya! Biz çok tembelleştik. İlimde tembelleştik. Çalışmada çok tembelleştik. Kur’ân’da tembelleştik. Çok tembeliz. Çalışalım biraz canım. Allah için çalışalım. Allah için!

“Allahu Ekber, Allahu Ekber! Ezan başladı.” diyor. “Görüyorum. Önümde, sağımda, solumda duruyorlar. Durdular.” diyor. Hepsi böyle. Amerikalılar! Şahidi yanımızda.

“Ben de durdum.” diyor. “Utandım, ama durdum.” diyor. “Ezan-ı muhazatından; Eşhedü En lâ İlahe İllallah, Hayye ales selâh, Hayye alel felâh, Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ İlahe İllallah, dedi. Herkes otobüse bindi, gitti. Yoluna gitti. Ben de camiye gittim.”

Şahit var. Burada da var. İstanbul’da da var. İnanmıyorsan, bir Amerikaya, Hıristiyan âlemine bak. Ezan-ı Muhammedi’ye hürmet. Hürmet edelim inşallah!

 

Melekleri Görecek

Evet! Cebrail Aleyhisselâm yanından geçerken, gene kıyam ediyor, Ebuzer.  Allah’ın Resûlü görüyor. Her şeyi.

“Ya Ebuzer! Mübarek olsun.” diyor.

Ağzını açamıyor. İçinden: “Sana kurban olayım.” diyor. Ama öyle o.

“Kim, tanıdın mı?” diyor.

“Allah’ının Resûlü bilir.” diyor. Yüzüne bakamıyor. Allah’ının Resûlü bilir.

Ebuzer, “Cebrail Aleyhisselâm! Vahiy getiren melektir.” diyor.

“Maşallah! Aferin sana. Bunu ne ile buldun?”

Hah! İş buradadır. Bunu ne ile buldun? Ne yaptın da bu hale eriştin?

“Allah’ın Resûlü!” diyor. “Medine’ye gelirken, bir altı ay önce, falan yerden şu vaazı nasihat ettin.” diyor. “Kim ki İhlâs’ı çok okursa, kim Kul hu valla’yı çok okursa, melekleri görecek. Sayısız, yani binlerce. Her gün. Allah, senin yüzün hürmetine, bugün bana gösterdi.” diyor.

“Hadi, ya Ebuzer! Mübarek olsun!”

 Peygamber Efendimiz, bir rivayet, kalkmış Cenab-ı Hakka iki rekât şükran namazı kılmış. Bir rivayet el açmış: “Allah’ım sana hamdü senâ olsun ki ümmetimden, melekleri gören kulların var.” Demiş.

Gördüm!

Hepinize müjde, inşallah! Biz de görelim emi?

Yüz İhlâs

Fatiha-i Şerif’ten sonra, Velad dâllîn, Âmin. Hemen Kul huvallahu’yı ele alın. El ile sayın. Bismillahirrahmanirrahim, Kulhuvallahu Ahad, Allahus samed. Gizli, içinden say. Eğer kimse yoksa odanın içinde, elli tane okuyun. Allahu Ekber, rükû, secde. İkinci rükûda, elli tane daha okuyun, oldu yüz.

Sizin için de söyledim. Elhamdülillah. Siz de yapın. Yani iki rekâtta, yüz tane okursun. Fakat daha, bir daha kendinize güvenirseniz, ellişer. İki rekâtta, yüz tane daha okuyun. İki yüz etsin.

Cümleten bunu unutmayalım inşallah. İhlâsa devam edelim. Biraz hadis öğrenelim. Birkaç tane namaz duası öğrenelim.

Size, hepinize söyledim. Hiç olmazsa, cenaze namazı kılmayı öğrenelim. Ne olur ne olmaz. Öğrenelim. Hiç olmazsa kabre teslim ettikten sonra, telkin. Telkini öğrenelim. Hiç olmazsa, iki âyeti öğrenelim. Cuma gününün âyetini, vaazı nasihat. Yapabiliyorsun.

Yapma yahu! Bir âyet. Hutbeye çık. İki parmak çık, hutbeyi oku.

Bismillahirrahmanirrahim, şimdi bu hem âyettir, hem hadis. Hiçbir hadiste Bismillahirrahmanirrahim okunmuyor, bunda okunuyor. Âyet, hadis, Bismillahirrahmanirrahim inallahe melaiketehu…

Bunda çok iş var, bunda. Bunun için getirip, Cuma namazına koymuşlar. Bunu bitirirsin. Arkasından Allahümme Salli, Allahümme Barik’i okursun. Ondan sonra, büyük âyete geçersin. İnnallahe yemru bil adl...   O şeyi... Ömer bin Abdülaziz diyor ki: “Bu âyet.” diyor. “Olsaydı.” diyor. “Bütün Kur’ân’ı okumazdım.” Bu âyet kâfi geliyor.

Öğrenelim bunları. Ondan sonra, dosta düşmana karşı, dostu dosttur, düşman düşmandır. Düşmanı dost edelim inşallah. Şu nefsi nasıl?..

İki kişinin bir münakaşa yaptığını, birbirine küstüğünü işittiniz mi, hemen gidin onları barıştırın.

 

Benim İçin Ne Yaptın?

Bir de Hz. Musa’ya el atalım. Bunu da çok söyledim. Cenab-ı Allah’ın vahyi, emr-i ilâhi:

“Ya Musam?”

“Allah’ım!”

“Kulum!”

“Emrine hazırım.”

“Benim için ne yapıyorsun?”

Bunu çok söyledim. Gene söylüyorum. Zaman geliyor, oraya devam ediyorum. “Allah’ım ne ki emretmişse, kulun Musa’ya, bütün ümmete ben de onu emrediyorum.”

“Nedir o?”

“Namaz, oruç. İslam’ın şartı, İmanın altı şartı.”

İşte vesaire, vesaire. Sayıyor sayıyor. Nedir o?..

“Ya Musa! Onlar hep sizin için. Benim için ne yapıyorsun?”

“Allah’ım, senin neye ihtiyacın var? Ben ne yapayım senin için?”

“Benim için tanıdık veya tanımadık bir hastayı ziyaret ettin mi?”.

“Benim için bir aç’ı doyurdun mu?” 

O açlık çok zor. Allah, sizi sağlıkta cennete koymuş. Âmin. Âmin. Âmin yahu! Hiçbir eksiğimiz yok yahu! Bir eksiğin var? Nefsin kalabalığı, sabredin hemen.

“Benim için, bir fakiri doyurdun mu?

Beş yüz bin kişi birbirine düşman… benim için, iki  yada daha fazlasını barıştırdın mı?

Onlar benim için. Namazı, orucu, şu, bu, senin için.”

Emrini tutmak, bunları da unutmayalım inşallah!

Unutmayın iyi mi? Unutmayın iyi mi?

Unutmayın! Melekleri görelim. Ne ile? Kul huvallah! Görelim yahu!

Ne kadar okuyalım? Ne kadar okursan oku. Hele ki, görelim de meleği. Gördük mü, o vakit irtibatımız, Allah’ın Resûlüne daha yakın olur. Cenab-ı Allah ile irtibatımız daha yakın olur. Yakalayalım yahu. Madem ki bu fırsatı, bu ipucunu, Allah’ının Resûlü bize vermiş. Bunu uykuya sarf etmeyelim, mideye sarf etmeyelim yahu! Şöyle huzura sarf edelim.

Allah hepinizden razı olsun. Hadi bakalım.

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Huvallahüllezi lâ ilahe illâ Hu.

Alimül gaybü veş şehadeh

Huver Rahmanir Rahim.

Huvallahüllezi lâ ilahe illâ Hu

El Melikül, Kuddüsüs, Selâmül, Müminül,

Müheyminül, Azizül, Cebbarül, Mütekebbir;

Sübhanallahi amma yüşrikun.

Huvallahül Halikül, Bariül, Musavviru, lehül Esmaül Hüsna;

Yusebbihu lehu ma fissemâvati vel ard,

Ve Huvel Azizül Hakîm.

 

Huvel Evvelü, vel Ahirü, vez Zahirü, vel Bâtınü,

Ve Huve alâ külli şeyin Alîm.

 

Sübhanel ebediyyül ebed

Sübhanel Vahidül Ahad

Sübhanel Ferdis Samed

Sübhane Râfi’issemâi bigayri amed

Sübhane men basadal arda alel mein cemed

Sübhane men halakal halka ve ahsahüm aded

Sübhane men kasemel rızka ve lem yense Ahad

Sübhanellezi lemyettekiz sahibeten ve la veled

Sübhanellezi lem yelid ve lem yuled

ve lem yekün lehu küfüven Ahad

Sübhane men yerâni

ve yesmeu kelâmi

ve yagfiru mekâni ve yerzugni

ve lâ yensâni.

 

Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun

ve selâmün alel mürselin

vel hamdü lillahil Rabbil âlemin

 

Âmin, Allahümme Âmin!

 

İlm-i Ledün

Kur’ân-ı Azimüşşan’da, birçok âyette geçer. Âyet-el Kürsü’de, iki defa geçer. Rabbi Semâvati vel Arz. Yeri, göğü Yaratan Allah’ım!

Aziz ve Hâkim de çok geçer. Aziz’sin ve yarattıklarına, hepsine de Hâkim’sin! Görücüsün, Bilicisin, İşiticisin Allah’ım! Allah’ın rahmeti, Allah’ının feyzi, bereketi, Kur’ân-ı Azimüşşan!  Eğer hadis, eğer ayet.

Nefsanî değil, İlahi ilimler. İlahi Vahdaniyet ilimlerden, İlmi Ledün’e kadar, Allah kapıları hepinize açık bırakmış. Allah hepinize nasip etsin! Âmin. Bunlardan mümkün mertebe, gece uyumayarak, gündüz fırsat bularak, birkaç tane âyet ezberleyelim. Birkaç tane hadis ezberleyelim.

Şimdi İlm-i Ledün burada geçti. Elif, be, nerede başlıyoruz? İlkokulda, değil mi? İlkokulda başlıyoruz efendim. Ortaokul, liseyi, inşallah üstün bitirecek çocuklar var. Ondan sonra nereye geçiriliyorsun? Üniversiteye geçiriliyorsun. Şimdi, İlm-i Ledün böyle inşallah.

İlmel Yakin, Aynel Yakin, Hakkel Yakin, sırayla.

Eğer, ilm-i zahiri tam söylersen inşallah, Kur’ân’dan, âyetten, hadisten söylersen, meleklerin arkasına düşersen, evliyaların arkasına düşersen, ziyaret edersek hocaları, camileri boş bırakmazsak, onlardan toplarsak, İlm-i Ledün kapısı da bize her an açıktır inşallah!

Fakat ilkokulu, ortayı, liseyi bitirelim. Üniversitede İlm-i Ledün’e geçiyoruz inşallah. Biraz dikkat edelim, âmin. Beş vakit’e, daha beş katalım. Bir hayır hasenat yaparsak, daha fazlasını yapalım. Kızılay’a, Türkiyemize. Çok yardım edecek fakirler var, açlar var, yetim okulları var. Hepimiz maaşımızdan harcıyalım. Ancak dikkat edelim, aç kalmayalım, ailemizi aç bırakmayalım.  Ambar etmeyelim. Allah gene verir. Yani ambar etmeyelim. Biraz onlara ihsan edelim, Allah rızası için, Habib-i Ekrem’in hürmetine.

Cümlemizden Allah razı olsun. Lillahil Fatiha. Âmin.

 

En Yakın Yerde Namazı Kılın

Size vaâd ettim. Şu ayağım iyi olsun, her Cuma bir camiye gideceğim. İnşallah, Allah’ın izniyle!

Yani mümkün mertebe, yakın olan bir yerde, orada namazınızı kılın. İşinize, gücünüze, evinize, o tarafta olanda. Bir iş olursa, pazar günü, Cuma ortası; bir mühim bir işiniz olursa, içinden çıkamazsanız; hem gelirsiniz sohbet edin, bir çay içersiniz.

İşler geri kalıyor. Daire, gidemezsin. Geri kalmayın. Herkesin girdiği yerde, kaza namazınızı kılın. Bu sözümü de tutun iyi mi? Hemen iş başına.

Evet efendim. Bismillahi, Ya Allah!

Allah hepinizden razı olsun. Habib-i Ekrem’in şefaatine, Cemâline nail etsin. Hepinizin üzerine olsun. İyi günlerle.

 “Allahu Ekber, Allahu Ekber! Lâ ilâhe illallahu, vallahu, Allahu Ekber! Ve lillahil hamd.”

Dediğimi dinleyin. Hepsini dinliyorsunuz. Dinleyin inşallah!

Sözümü dinleyin, hepsini dinliyorsunuz. Dinleyin inşallah.

En yakın yerde, Cuma namazını kılın, işin başına.

 

Hakkı İstersen Yürü, İnsana Bak

Dünya da bizim, ahiret de bizim. Kimse almaz.

Allah bizim için halk etmiş! Hadi, merak etmeyin.

Ne diyor Niyazi Mısri Hazretleri? Ne diyor, biliyor musun?

Ne diyor, biliyor musun?

Kıymetinizi bilin yahu!

 

Bir beytinde diyor ki:

“Eğer Hakka talipseniz.”

İyi dinleyin!

 “Eğer Hakka talipseniz, eğer Allah’ı istiyorsanız.”

Bak! Hakk diyor.

“Eğer Hakka talipseniz.”

“Eğer Hakkı öğrenmek istiyorsanız.”

“Eğer başınız ile secde etmek istiyorsunuz.”

Ne diyor buradan?

“Hakkı istersen.”

Hepimiz isteriz Elhamdülillah. Değil mi?

“Allah’ı istiyor musunuz?” diyor.

“Hakkı istersen yürü.”

“Hakkı istersen yürü, insana bak!”

Ya! Yapmayın, birbirinizi hor görmeyin yahu! Allah aşkına, birbirinize eğilin. Şu düşmanlığı ortadan kaldırın. Şu ilâhi rahmet varken, sana ne. Nefsin mahiyetinde, şeytanın mahiyetinde uğraşmayalım.

“Hakkı istersen.” Allah! İstiyor musun? diyor.

“Hakkı istersen yürü, insana bak!”

 

İnsan-ı Kâmil Lazım

Burada müjdeler var.

Diyor ki: “Zatı Rahman, şeklini İnsan eylemiş.”

Yapmayın yahu! Yahu, sahip olun be! Bunları kaçırmayın yahu!

Bir beyit, bir söz. Ahmet Amca’dan. Böyle çıktı, gitti. Unutmayın!

Ne dedi burada? Hakka talip olmak istiyorsunuz. Hakk’ın emrini yerine getirmek istiyorsunuz.

Bu âlemden men edilmiş… Ki men edilmemiş, o hâle gelmemiş. Çünkü Allah’ın sûreti, sıfata, bir sûrete sığmaz. Onun için, gizli bırakılmış. O’nu bir âlemde, Cennette göreceğiz inşallah! Cennet-i Âlâ’da göreceğiz İnşallah.  Cemâline müşerref olacağız.

Hatta burada da var. Ama O İnsan lâzım! İnsan-ı Kâmil lazım! O !

Madem ki hepimiz insanız.

“Hakkı istersen yürü, İnsana bak.” Ne göreceksin?

Gör ki kendi zatını.

“Zatı Rahman şeklini İnsan etmiş.”

Nerede? Bu hadis-i şerifin meâlinde. Kudsi hadis-i şerifin meâlinde yani.

“Biz hiçbir gönüle sığmadık, ancak ki bir İnsan Mümin’in, İnsan-ı Kâmil’in gönlüne sığdık.”

Siz!.. Hep çalışırsanız, İnsan-ı Kâmil olursunuz. 

Çünkü bir tahdit yok, siz olmazsınız diyen. Yok. “Çalışın, olun!” diyor.

Ne diyor arka sıra?

Kızıyor musunuz bana? Arka sıra ne diyor?

Bir tane daha okuyayım.

“Siz, Allah’ın zatını, sıfatını mı istiyorsunuz?”

Duyuyor musun? Hepimiz istiyoruz.

“Zat-ı Hakkı.” Allah diyor ki: “Zatım’dır.”

Yahu yapmayın! Hadis-i şerif bunlar. Bunlar, yalancı yerden gelmiyor.

Niyazi Mısri, bunları kendinden söylemiyor. Hadis-i kudsi okuduğu için söylüyor. Âyet söylüyor.

“Zat-ı Hakkı, Allah’tır. Zatım’dır.”

Diyor ki: “Hem suretin, hem sıfatındır.”

Yahu! Sen seni bilmek, çalışmak, irfandır. Biraz çalışın, bak. Allah’ı bulmak. Bulmak, bilmek, sevmek.

Yoksa, insan Allah değil!

Fakat insan Allah’a yakın. Allah da, insana yakın.

Sizin can damarınızdan, size yakın.

“Beni yerden, gökten, aydan, güneşten, dağdan, denizden kimse kabul etmedi. Bir müminin kalbine girdim.” diyor.

Bu müjdeler bize var. Yahu çalışalım! Bu kalbi O’nun için hazırlayalım.

Reis-i Cumhuru davet etsek buraya, arkasına tayfasıyla, bakanlarla gelir. Oturacak yer yok. Ama, Reis-i Cumhur. Biz sarayı yapalım. Onlara göre bir yer hazırlayalım, ondan sonra davet edelim.

Allah insan değil! Yanlış anlamayın ha! İnsan Allah olamaz. İnsan, Allah olamaz. Allah da insan olamaz.

Ama bir ipucu vermiş. Allah âyet ile hadis ile vermiş. “Ben size, sizden yakınım.” diyor. “Sizin şah damarınızdan, size.”

Ya Allah! Ya Allah! Ya Allah! 

Allah’ın rahmeti, ilmi, irfanı, bereketi, hepinizin üzerine olsun. Âmin.

Uzaktan olayı beklemeyin, yakına gelin. Gönlü ona göre yetiştirin, gönlü!

 

Derdim Bana Derman İmiş

Bir de… Söyleyeyim mi? Söyleyeyim mi?

“Derdime derman arar iken.”

İşte bak, anlayalım. Dert hastalıktır, dermân ilaçtır.

“Derdime derman arar iken, derdim bana, derman imiş.

Sağımı solumu gözler idim, arar idim.

Dost cemâli görmek için.”

Ya!  Dağı, taşı, ovayı, İstanbul’u, Mısır’ı arardım, dost Cemâlini görmek için.

“Ben dışarıdan arar iken, birden goncam, içinden canlanmış.”

Arayın bulun yahu! Bunlar hep hadis-i şerif meâli.

Her şey tükenir. Allah’ın rahmeti, lütfu, ihsanı, bereketi tükenmez. Tükenmez, devam edin!

Allah’a emanet olun. Bu söylediklerimi dışarıya da götürün. İyi mi?

Bu sözleri dışarıya götürün, eve götürün, çocuklarınıza söyleyin. Bir kahvede otururken, konuşun, söyleyin yahu. Allah’a emanet olun.

 

Ümmet-i Muhammed İçin Dua Ediyorum

Birisi camide namaz kılıyormuş. Ön saftaymış. Biraz uzun dua yapmış, kalkmış gidecek. Bakmış ki; bir kişi daha var. O ve kendisinden başka kimse yok. Boynunu sağa eğmiş, şöyle sallanıyor. Dua ediyor gözü kapalı. Arkasına geçip, duruyor. Elini açıyor. “Allah’ım!” diyor. “Şu zatın yüzü hürmetine, benimkini de kabul et. Arkamdaki, zatının yüzü hürmetine, benimkini de kabul et.” Yarım saat daha bekliyor. Öteki kalkmıyor. Bakıyor ki kalkmıyor.

“Arkadaş, arkadaş!” diyor, “Bak.” diyor. “Bir saat oldu, sen dua ediyorsun. Yarım saat ben arkandan durdum, senin yüzün hürmetine. Senin yüzünü bir göreyim.” diyor. “Kalk gidelim.” diyor.

O adam: “Arkadaş, kusura bakma.” diyor. “Beni bırakmıyorlar.”

“Kim seni bırakmıyor?”

“İşte bir bağ var.  Beş dakika…  Hemen kılıp... Sanki, bir cezaevinden kaçıyor gibi, kaçıyorlar.” diyor. “Hiç kimse camiye gelmiyor. Birileri de camiye gelip, hemen ifa edip kaçıyor. Burada beni bırakmıyor.” diyor. “Ben, bütün ümmet-i Muhammed için dua ediyorum. Bütün insanlık âlemine, daha bütün, ne yaratmış  ise, onlar için dua ediyorum. İnşallah, hepsini Allah kabul eder. Hadi gidelim kardeşim.”

Çok yaşayın, iyi mi? Her şeye selâm. Birbirinizin yüzü hürmetine, camide bir salih kulun yüzü hürmetine, hepinizin dualarını kabul eder inşallah. Cuma gününün yüzü hürmetine.

Dua edin, şu dizlerim açılsın. İyicene dua edin. İnşallah. Hadi bakalım, hadi bakalım.

Allah’a şükür, hamdü senâ olsun!

 

Tevhid Hırsızı

O sen burada mıydın? Ben seni yok zannettim. Bildim. Onun için meydanı boş buldum, yürüdüm. Sen olsaydın, biraz azade ederdim yahu. Sen yoktun, yürüdüm gittim ben. Hadi bakalım. Ceddim İbrahim, sen de mi buradaydın?

Hırsızlar hep buradaymış. Bunlar hep hırsız. Hep hırsız bunlar. Hadi Allah’a emanet olun. Hırsızlar hep buradaymış.

Kim bunlar biliyor musun? Allah’ın hırsızı onlar. Onu bulalım arkasından gidelim. Bir yerde çıkaralım yahu! Arkasına düşelim.

Hastalara şifâ, dertlere devâ, açlara gıda, borçlara edâ olsun. Bütün insanlık. Âmin. Bütün insanlara olsun.

Gelecek Cuma biriktirmeyin, iyi mi? Dışarıda neresi yakınsa, orada Cumayı kılın. Bir iş olursa, bir danışma olursa, Cuma ortası, Pazar günü uğrayın.

Sen de hırsız mısın? Burası hep hırsız. Öğrenin hırsızlığı birbirinizden, öğrenin hırsızlığı, Allah’ın hırsızı olun.

Hadi Allah’a emanet olun. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.

Bir şey aklıma geldi. Akşamleyin Peygamber Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)’e Bedevi geliyor. Sorusu var. Soruyor ya? Onu hepinize dağıttım. Onu kitabın arasına koy. Doğrudan doğruya sebat et. Cebrail Aleyhisselâm’dan. Mescitte, sahabilerle otururken böyle, Cebrail Aleyhisselâm geliyor. Bunlara soru soruyor. İşte onların hepsini verdim. Soru sual soruyor. İşte onlar. Hepsi hadis. Bedeviyi. Cebrail’i koy. Sırrı ifşa eder. Ya! Sırrı ifşa eder. Efendimizin, Cebrail Aleyhisselâm’la konuşması. Onların hepsini bir yere topla. İşte o konuşmalar. Hepsi hadis. Konuşmalar, hepsi hadis.

Bir şeyi çok büyütme! Ziynettendir, yani ziynetlendir.

O, sen de mi buradasın hırsız?

Ne dersiniz? Tevhid hırsızı!

Allah’ı arama hırsızı! İyi mi?

Hep hırsız olun. Allah’ın Resûlünün hırsızı olun.Aleyküm Selâm. Güle güle.

Güvenoyu var mecliste, hükümete. Kim?

“… partisine.”

Yahu, kime verirsen ver. Beni bu işlere karıştırmayın!

Şimdi bir hükümet, değil mi? İşte verin yahu! Ama bir zaman daha gelir, o değişir.

Dua edin! Allah akıl fikir versin.

Allah’a emanet olun. Çok yaşayın. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.

Çok yaşa, çok yaşa.

Allah’la, Allah’ın Resûlüyle yaşayın! Sıhhatli yaşayın.

Sıhhatli yaşayın. İyi mi?