18.SOHBET: HAZRETİ PİR VE GAVSİYET MAKAMI

18.SOHBET: HAZRETİ PİR VE GAVSİYET MAKAMI

Esselatu vesselâmu aleyke ya Habiballah,

Esselatu vesselâmu aleyke ya Nebiyallah,

Esselatu vesselâmu aleyke ya Seyyidina Evveline vel Ahirin.

 

Hoşgeldin. Cümleten hoşgelmişsiniz.

Habib-i Kibriya yüzü hürmetine, O’nun Evvelinin ve Ahirinin, Zahirinin ve Batının yüzü hürmetine, Hz. Âdem’den peygamber olarak, ümmetler ile beraber, Hz. Fahri Kâinat, Kâinatın Efendisi, Muhammed Mustafa’ya (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) kadar, geçmişi ve geleceği, Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhid getiriyor. Ve cümlesinin, bugünün, Cuma gününün yüzü hürmetine, burada olan Duaları Kabul Olan’ın yüzü hürmetine, âmin. Kur’ân-ı Azimüşşan yüzü hürmetine kabul etsin. Âmin.

Haberi olmayanın, dâhil olmayanın, onları da hidâyete erdirsin. Âmin. Onları da kabul etsin. Cümleten.

Allahu Ekber, Allahu Ekber, lâ ilâhe illallahu, vallahu Ekber, Allahu Ekber, velillahilhamd.

Hacı baba, her gün yetmiş tövbe istiğfar. Değil mi?

Sen bir tövbe istiğfar çek. Umumi olarak, tövbe istiğfar.

Arka sıra, nikâh duası.

Bütün ümmet-i Muhammed ile Allah kabul etsin. Âmin.

Gitmeyene, gitmesine Allah nasip etsin. Bilmeyene, bildirmeyi nasip etsin. Âmin. Herkes nasibini alsın oradan, Âmin.

Hepsi iki buçuk milyar oldu!

Allah, yüz milyona arttırsın. Âmin. Her sene, yani her sene 100 milyon artsın.

O şeyler yok mu? Ağabeyler var ya. Suudiler. Suudiler bıraksın, kaçsın. İşler bize kalsın inşallah.

Ben öyle dua ettim. İnşallah. “Allah’ım!” dedim. “Türkler seni çok seviyor. Habib-i Kibriya’yı çok seviyor. Bu işi yine Türklere bırak.” dedim.

Bu sene kaç gün kaldın orda?

“Üç buçuk ay.”

Maşallah, çok zenginsin sen. Zaten sakalından belli, çok zenginsin maşallah.

Allah, ümmet-i Muhammed’e arife aşkını, feyzini versin. Âmin. Âmin.

Okuyun Efendim. Çayını iç de öyle. Hastalara şifa, dertlere deva, bütün canlı, ne varsa gıda. Habib-i Ekrem’in rahmetiyle, rızasıyla, lütfu ihsanıyla gıda. Allah!.. Hepinize afiyet olsun. Şifa versin hepinize.

 

On İki İmam Hazretleri

Vasıl olmaz! Vasıl olmaz, kimse Hakka,

Tâ ki şu cümleden, dur olmadan.

Ben, iki harfli söylüyorum. Padişah, yani Allah!

Padişah konmaz, şu Saray-ı Rahman’a,

Tâ ki pür nûr olmadan.

Hadi, devam et.

“Muti kalbe, ente munti.” sırrına vasıl olmayan.

Hah!

Sen biliyor musun? “Ölmeden evvel, ölün!” manasına geliyor.

Evet, tamam. Şimdi, Hacı Efendi aynı beyiti okuyor.

“Efendim, ben de, Yüce Peygamberimize bir âşığın, ölmeden söylediğini…”

Hadi, hadi! Devam et

“Bunu bir âşık, Yüce Peygamberimize, şey diyor, Efendim. Manası da, ehl-i beyti, on iki imamı sayıyor. Bütün dertlerime, diyor, Resûlü Fahri Kibriya’ya muhabbetle, O’na sevgiyle, bütün dertlerime deva buluyorum, diyor.”

Âmin.

 

“Resûllah (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun)’e ve O’nun, diyor, evladına, yakınlarına, Hz. Ali ( Selam Üzerine Olsun), Fatumatül Zehra annemiz, İmamül Zeynel Abidin, İmam-ı Muhammed Bakır, İmam-ı Caferi Sadık, İmam-ı Nebiyil Askeri, bunlara da diyor. Evladı Resûle de muhabbet etmekle.”

Bir dakika. Burada olanlar ve olmayanlara, sizden başkaları, her birisi, bir, iki, beş, on kişiye, On İki İmam’ın ismini öğrenin, ezberleyin. Mümkünse inşallah. Ezberleyin, size vasiyetim.

Çünkü Veda Hutbesi’nde ne diyor?

“Yolumdan ayrılmayın.” diyor. “Hem, size iki emanet bıraktım.”

Ver, birisini dağıtsın. Birisini alın, oraya dağıtın. Gelin. Olmaz, bunu bitirelim.

Kalkın ayağa yahu!

Evet. Evet…

On İki İmamın isimlerini öğrenin.

“Hz. Ali Efendimizle, Hz. Fatıma validemizle zuhur eder.  İmamul Zeynel Abidin, İmamul Muhammed Bakır, İmamul Musa el Kazım, İmamul Caferi Sadık, İmamul Nebiyyil Askeri…”

Evet.

“İmamul Mehdi, Resûl…”

Ziyanı yok. Yeter. Sadakallahülazim. Ziyanı yok.

 

Peygamberimize Olan Aşk ve Muhabbet

Şimdi bir şey söyleyecektik. Şimdi burada, bir âşık…

Malumâliniz, Peygamberimiz Aleyhisselati Vesselâm, Hz. Ömer’e ( Selam Üzerine Olsun) sordu:

“Ne kadar seversin?”

“Ya Resûlallah! Seni malum, ailemden, her şeyden fazla severim.”

“Olmadı, Ya Ömer!” der. “Kendi tatlı canından, beni fazla sevmedikçe…”

Daha evvel yazmıştım.

“Ya Resûlallah! Şu anda, kendi tatlı canımdan da…”

Hepimiz öyle olalım inşallah!

“Ya Ömer! Gerçek müslüman oldun.” dedi.

Ve Sahabede genç bir zat vardı, yakaladılar, öldüreceklerdi.

Dediler ki: “Seni bir şartla bırakırız, bir! Sana yapacağımız şu zulmü, Muhammed’e yapsaydık, razı olur muydun?”

Hüreyre ( Selam Üzerine Olsun): “Hayır!” dedi. “Asla! Beni öldürseniz, Cenab-ı Hakk diriltse, bin defa öldürseniz, bin defa dirilsem, Resûlallah’ın ayağına diken batmasına razı olmam. Kendime.” dedi. “Bu eza, cefaya razı olurum. Kendime!” dedi. “Bu eza, cefaya razı olurum.” dedi.

İşte, Peygamberimize olan aşk ve muhabbet. İnşallah, hepimizde de böyle olmalı. Âmin.

Ancak o zaman, Yüce Peygamberimizin Şefaatine nail oluruz. Allah, o sevgiyi kalplerimize duhul etsin. İnşallah! Âmin.

Tövbe istiğfar çek.

 

“Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim,

Evvela tövbe edelim. Diyelim cümle günahlarımıza, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah. Estağfirullahel azimel, kerimellezî, lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyhi tevbete abdin zâlimin linefsihî, lâ yemlikü linefsihî mevten ve lâ hayaten ve lâ nüşûrâ. Ve es’elühüt tevbete vel mağfirete vel hidâyete lenâ innehû hüvet tevvâbür rahiym.

İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! Eğer bizim elimizden, ayağımızdan, gözümüzden, kulağımızdan, dilimizden ve bütün azalarımızdan bilerek bilmeyerek bu ana, bu saate, bu dakikaya gelinceye kadar, her ne ki kelime-i küfür ve fiil-i küfür, günah, isyan, hata, şirk ve malayâni sadır ve vaki olduysa biz onların cümlesine hulüsi kalp ile tövbe ettik, tövbe ettik, tövbe ettik,  pişman olduk ve bir dahi işlememeye azmi cezmi kasdettik.

Peygamberlerin evveli Hazret-i Âdem safiyüllâh, ahiri ve iki cihan serveri bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa ve Ahmedi bâ safâ sallallahu teâla aleyhi ve sellem Efendimiz’dir. Bu ikisi ve bu ikisi arasında ne kadar Peygamber gelip geçtiyse, cümlesine inandık, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ettik. Elhamdülillah. Haktır ve gerçektir, kavlinde sadıktır.

Âmentü billâhi ve bimâ câe min indillâh. Âmentü bi rasûlillâhi ve bimâ câe min indi rasûllillah. Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî vel yevmil âhıri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ vel basü ba’del mevti hakkun elcenneti, hakkun ennarul, hakkun eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh.

 

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Kulhuvallahu Ahad (3 defa)

Allahu Ekber, lâ İlâhe illallahu vallahu ekber, allahu ekber velillahil hamd.

Bismillahirrahmanirrahim (Felak Suresi)

Allahu Ekber, lâ İlâhe illallahu vallahu ekber, allahu ekber velillahil hamd.

Bismillahirrahmanirrahim (Nas Suresi)

Allahu Ekber, lâ İlâhe illallahu vallahu ekber, allahu ekber velillahil hamd.

Bismillahirrahmanirrahim (Fatiha Suresi) Amin.

Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillahi rabbil âlemin. Ves selâtü ves selâmu alâ resûlune Muhammedin ve alâ ve alihi sahbihi ecmain.

Esselatu vesselâmu aleyke ya Resûlallah

Esselatu vesselâmu aleyke ya Habiballah

Esselatu vesselâmu aleyke ya Şefiyallah

Esselatu vesselâmu aleyke ya Hayra halkillah

Esselatu vesselâmu aleyke ya Nura Arşillah

Esselatu vesselâmu aleyke ya Seyyidel evveline vel ahirin

Allahümme salli alâ rûhı seyyidinâ muhammedin fil ervâh ve alâ cesedi muhammedin fil ecsâd ve alâ kabri seyyidinâ muhammedin fil kubûr. Allahümme eblığ rûha seyyidinâ muhammedin minî tehıyyeten ve salâten ve selâmâ.”

Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine. Âmin. Evveli, Ahiri, Zahiri, Batını, Muhammed’in yüzü hürmetine, bildiğin ve bilmediğin, Allah Rahmet Rızasıyla, akl-ı selim, kalb-i selimle, size ihsan ettiği ve bugünlerin, Cuma günü, bize müşerref kıldığının hürmetine, lillahil Fatiha!

 

Gavsiyet Makamı

Şuradan, ufak bir şey söyleyelim de inşallah, dağılalım.

Hazret-i Pir Seyyid Sultan Abdülkadir Geylâni Kaddessallahu Aziz, Hâkim, Gavsiyet makamında, Kutbiyet makamında.

Hazret-i Pir, Ahmet Rufai Hazretleri, Ahmedî Bedevi Hazretleri, İbrahim Sufi, On İki Pirânlar…

Yani şöyle, Türkçe lisanı ile Reisi Cumhur Makamına, yani Başbakan Makamına hazır. Yani, Gavsiyet Makamına.

O andan Ahmedi Bedevi Hazretleri diyor ki: “Ben,” işte, “On İki İmam’dan gelme soyum.” diyor.

Fakat inanan, inanmayanlar, deli, söylüyor: “Sen haline bak, On İki İmama bak. Sen servet sahibisin.”

Çok servet sahibi, ama çok zengin. Hem ilmen zengin, hem ibadetle, hem dünya servetiyle zengin.

“Bu işler sana mı kaldı?”

Yani Gavsiyet makamında… Hac zamanında hepsi, Allah Resûlü’nün makamının bulunduğu, Ravza-i Mutahhara’da ibadet, taât ediyorlar.

Ahmedi Bedevi Hazretleri kalkıyor. İki ayağının altında.

Allah’ının Resûlüne: “Eğer Ceddimsen, eğer ben Senin torunlarındansam, mübarek elini ver, öpeyim!” diyor.

Bir nara! O bizim gibi değil. Ravza-yı Mutahhara’yı sallatmış yani.

Ve o anda mübarek eli kalkıyor.

Secde! Bütün! Hac zamanı…

Temas ettiğimiz bu büyük insanlar, on iki kişi hazır Gavsiyet’e. O, Ahmedi Bedevi.

Bu hali, herkes gördüğü halde, Gavsiyet Hazret-i Pir’e geliyor. Oğlu zamanından, on iki kişiden birisi geliyor. Çünkü on iki kişi hazır.

Ama demek ki Cenab-ı Resûlallah, Cenab-ı Allah, O’nu münasip görmüş.

Nereden gelmiş? Bu bak, yine on iki Geylan köyünden. İran’dan, Geylan köyünden gelmiş. Anası İmam-ı Hüseyin Efendi, babası İmam-ı Hasan’a dayanır. O kabileden gelmişler. Orada birleşmişler. Orada Hz. Pir dünyaya gelmiş ve o suyla, o memba suyuyla, Gavsiyet oluyor.

Şimdi, On İki Pirân diyorlar. On İki Pirân. Muhakkak ki On İki İmam’ın soyundan gelmesi lazım. Bir kitapta, evet bir kitapta yazdım. Allah onların rahmetinden, rızasından, Onların Dedesi’nin Şefaatinden, Cemâlinden mahrum bırakmasın. Âmin.

 

Üç Azayı Terbiye Edelim

Biraz dikkatli olun. Her vakit dediğimiz gibi. Bak gençsiniz, ama nefsinize hâkim olursunuz. Ziyan yok. Bir defa, bir defa namazı bırakmayalım inşallah. Kalırsa kaza yapalım. Çok bile. Nefsimizi, nefs-i emmarenin Hakk’ından gelemezsek, haftada bir iki gün oruç tutalım. O bize bir siper olur. Nefse karşı, kavgaya karşı, şehvete karşı.

Evlenmeyenler var. Müslümanlar, gelip bana söylüyorlar. “İşte evlenmedik, vaktimiz yok. Şu, bu yok. İşte, şehvet babında, ne yapalım?”

Oruç tutun, diyorum. Onlar, başka türlü fetva istiyorlar. Yok! Başka türlü olursa, nikâhsız, zina sayılır. Oruç tutun. Az yiyin. Biraz bineği aşağı düşürürsiniz, o da körelip gider. Bunlara hâkim olduktan sonra, ibadeti, taâtı, namazı, ahlâkı, hepsi, yeri yerine düzelir inşallah.

Sizden evvel, burada üç, dört kişi vardı. Bir şey söylediler. Haluk var mı burada? Bir de arkadaşı gelmiş. Haluk geldi. Birbirini tanımadan.

Haluk doksan dokuz esmadan, Allah’ın ismidir. Ya! Biz, ne nasipli insanlarız. Bütün Esmaları, isminize koymuşlar, inşallah. İnsanlar! İsimlerle koymuşlar.

O, bir şey söyledi. Dedim ki: “Oturuyorsunuz, canın istedi. Haberler gelmiyor, kimse yok, yol var.” Bu çok lazım. “Radyoyu açtın. Televizyon gözüne görünüyor ama radyo görünmüyor. İşitiyorsun. Mesela bir artist, bir hanım şarkı söylüyor. Mecazi bir hal var, yani şehvet hali var. Gözüne görünmüyor. Bak, kulağın arzu ediyorsa, o sesi, o cilveyi arzu ediyorsa, bil ki kulağın tam terbiye olmamış. O kulağa, biraz pamuk tıkayalım.” Üç, dört kişi. O kapandı.

“Gözüne görünen, gözüne. Dışarıdan görür, televizyon görür. Böyle bir hâl, mecazi şehvet hâli. Eğer göz, onun arkasına düşüyorsa, heves ediyorsa, göz de terbiye olmamış.”

Buna dikkat edelim. Bu üç azaya.

“Sabahtan, akşama kadar konuşuyorsun. O dil ki mecazî hali ahval, şehevî ahval, dedikoduyu çok seviyorsa, dil, dil de terbiye olmamış.”

O üç azayı, terbiye edelim inşallah. Âmin.

 

Akl-ı selim, Kalb-i selim

Bu üç aza, aklın mahiyetinde toplanmış. Akl-ı selim derler buna. Bir akl-ı selim var, bir de kalb-i selim. Akılla kalp, selim olursa, birleşir. Nefs-i emmare de o bedene giremez. Hatta o eve giremez. O evde yüz kişi olur. Elli kişi. Mecaziyi sever, elli kişi de ulviyi sever. Birisi de Allah için yaşıyor. O bir hatırına, Allah için, oraya giremez. Şeytan, o eve giremez. O adama hiç yanaşamaz.

Bu üç azayı tamir ettikten sonra, akl-ı selim başlar. Kalbi ile yakınlık peyda eder. Akl-ı selim, kalb-i selim. Şimdi bir karış, ikisinin arası. Kalp ile orası, bir karış. Biz bir karışı, bu yaşa kadar, bu ömre kadar. Allah, bu kadar ömür daha verse, bu Allah’ın iki emaneti, biz de. Birisi akıl, birisi kalp, ruh yani. Bunlar, birbirine temas etmezse, birbirine uzak dururlarsa, biz onları ne vakit yakın getireceğiz? Mezarda mı getireceğiz?

Getirelim. Akl-ı selim, kalb-i selim gidelim inşallah.

Üç. Buradan yukarı, kulak, göz, dil. Buradan, buraya. Mukaddes, ulvi. Namütenahi. Levh-i Mahfuz. Ya! Levh-i Mahfuz, İsm-i Azam’da var. Yani, ne kadar makbuliyet varsa, buradan yukarı. Buradan aşağı, göbeğe kadar… Bir daha söylemiştik.

Bunu, işte kalbi, uyandırmalı ki biz böyle konuşurken, bir sözü dinlerken, kalb, Allah ile tespih yapıyor. Zikir yapıyor. O ses işitiliyorsa. Çalışırsak, o ses işitilir. O vakit, kalbi ile akıl birleşti. O vakit ne oldu? O adam, ibadet, taâtte, melekler safına girdi. Meleklerle konuşur. Cinnî, peri tayfasını görür. Onları ıslah eder. Kur’ân-ı Azimüşşan bir evde ayağının tarafındayken yatamaz. Oradan getirir, başının üzerine koyar. Bir kıymet hâsıl olur. Yani, gene aynı insandır. Ama kalb-i selim, akl-ı selim birleşirler.

 

Akıl ile Kalbi Dost Edelim

Bunu bir misal veriyorduk. Gemi meselesini veriyorduk. Gemi meselesinde diyorduk ki… Bir misal vermiştik, kaptan, gözcü. Makineyi görüyor, gemiyi. Makinist, kalp. İki kat aşağıda, suyun içinde. Gemiyi, iki kat aşağıdan.

Şimdi, gözcü emrediyor. Sağa bük, sola bük. Bir dalgaydı, oturmasın bir karaya. Oturmasın. Gemiyi buradan İngiltere’ye, Fransa’ya götürsün. Amerika’ya. Aklı, ikisi birleşirse.

Ya kaptan, gözcü; kalbe, makiniste, biraz garazlı olsa? Birleşmemiş, sağa bükerse. Ya bir dalga götürürse, gemi alabora gider. Gitti, gitti. Makinist ne yapsın? Kalp yani.

Akıl çok mühim. Kalp olmasa, akıl ne yapar? Akıl olmasa, kalp hayvana döner. Makinist eğer kaptana kızarsa, birleşik değil de, dost değilse, kızarsa, oturduğu yerde, ufak bir çivi büker, koca gemi stop eder. Kaptan ne yapsın? Gözcü ne yapsın? Orada parçalansın, dursun. Anlaşma yok, ikisinin arasında. Makinistle, kaptanlar, anlaşma yok.

Çalışalım, Allah’ın izniyle. Âmin. Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine. Âmin. O’nun yoluyla, O’nun ahlâkıyla, emr-i Muhammedî’yle, Hakk’ın emriyle çalışalım. Şu aklıyla, şu kalbi dost edelim. Âmin.

Akılla kalp, dost oldu mu, bu gemi, istediği yere gider. Nereye? Mirac-ı Muhammedi yapamaz. Muhammedî’yle miraç yapar. Daha, daha? Çalışan, Gavsiyet, Kutbiyet’ten. Hakk ile de miraç yapmışlar. Yani, Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, Gavsiyet, Kutbiyet miracı etmişler. Düşündüğü yerde, Allah ile meşgul olmuşlar.

Vahiy? Vahiy değil de ilham ile. Kimin? Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine.

Biz de insanız, aynı ümmetiz, biz de aynı bedeni taşıyoruz. Biz de aynı gözü, kulağı taşıyoruz. Biraz çalışalım. Yemeden keselim. Uykudan keselim. Sonra ibadeti, zikredelim. Şu, aklıyla kalbi birleştirdik mi, huzuru bulduk inşallah.

Allah, cümlenizden razı olsun. Âmin. Allah, cümlesinin maddi manevi, muratlarınızı ihsan etsin. Allah memleketi, milletimizi, İslam âlemini, düşmanlarla terbiye etmesin. Allah bizi nefsimizle, o nefs-i emmareyle terbiye ettirmesin. Bir terbiyemiz varsa, Allah’ının Resûl’ünün ahlâkıyla, ilmiyle, terbiye etsin. Cümlemizden Allah razı olsun, tekrarına nasip etsin. Allah rızası için, Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, lillahil Fatiha.

 

 

Hazret-i Pir’in Niyetlenmesi

Bir şey unuttuk. Bir dakika.

Bak, getirdi yine. Asıl, bu nokta için buraya geldik.

Hazret-i Pir! Bağdat’ta ne vakit vaaza başladı? Allah’ın emriyle, Allah’ının Resûlünün emriyle başladı. Evet!

Maddi, Kur’ân üzerine vazifesini yaptı. Bir meşayike, bir mürşide, hocaya teslim oldu. Fakat medreseleri daha okurken, bunları yaptı. Bir de buna ilavedir. İlave değil de olanı.

Hem okuyor, otuz beş yaşında, hem zikir, ibadet, taât. Gece, gündüz, O’nunla meşgul. Mesafeyi keşfetmek.

“Allah’ım!” diyor. “Niyet ettim oruca.” Otuz beş yaşında. “Ta ki birisi, lokma ağzıma verene kadar.” Ya! “Bir damla su, ağzıma verene kadar.” O niyeti.

Kendi kendine yapıyor. Başlıyor oruca. Yeme, içme yok. Derse devam ediyor. Bir hafta, iki hafta devam ettikten sonra, bakıyor ki kuvveti yok. O zaman duruyor. Öyle bir hale geliyor ki zikirden de kesiliyor. Çünkü kuvvet yok. Kırkıncı gün, hiçbir şey. Allah’ın hikmeti olmuyor.

Kırkıncı gün, birisi, dışarıdan, hocaların arkasından geçerken, pencereden bir ses söylüyor. “Kurtaran yok mu?” Bir çocuk sesi. “Açlıktan öldüm. Cankurtaran yok mu?” Bir çocuk sesi.

Dönüyor, büyük kapıdan giriyor. Medrese, hepsi gidiyor. O kapıya.

Kapıyı açıyor. Benzi, beti gitmiş. Sapsarı kesilmiş.

Gavsiyet var ya? Bak, nerede yetiştiriyor. Talip olacaksın.

Birisi yatmış. Genç, benzi, beti… Kan kalmamış. Ses zorla çıkıyor. Hemen dışarı çıkıyor. Bakkaldan biraz helva, peynir, ekmek alıyor. Getiriyor. Önüne koyuyor. Dürtüyor. Biraz gözünü açıyor.

“Bak, sana getirdim. Ye!” diyor. Kafasını sallıyor. Öteki bırakıp gidiyor.

Şimdi imtihana bak. İmtihana!

Kırk gün gitti de kırk birinci gün. İmtihana bak.

Şimdi orada duruyor. Ama ağzına verecek, öyle niyet etmişti. Niyet çok lazımdır.

“Yahu niyet ettin. Nefs-i emmarenin dediğini, yapmayacağım inşallah.”

İşte birisi… Diyelim yahu! Bir adım yahu! Nedir yani? Bunu nereye kadar götüreceğiz? Niyettir yahu!..

İki gün orada kalıyor. O faaliyet, devam ediyor. Gene birisini işitiyor.

Şimdi buna… Bazıları, Sahib-i Zaman; Gavsiyet makamında. Bunları gördü. Birisi de Hızır diyor. İkisi de iyidir, her ikisi de.

İkinci gün, birisi gene geçiyor. Oradan. Bu sesi işitiyor. Geliyor ki o ses. Oradan çıkıyor. Çocuğun sesi. Ekmeği, peyniri, helvası duruyor.

Bir “ha!” diyor. İşitiyor.

Hz. Pir’i tutuyor. Aslında kaldırıyor, oturtuyor.

“Oğlum, sen kendini harap etmişsin.”

Sol tarafına oturuyor. Sağdan, lokmayı ağzına veriyor.

“Hadi, bir yudum su. Hadi, biraz peynir ye.”

Helva, iki, üç defa yediriyor.

“Bismillah oğlum! Kendini harabe yapmışsın. Oğlum, böyle yapma.” diyor. “Hadi, niyetin bozuldu.” diyor. “Hah! Böyle. Niyet ettin, niyetin bozuldu. Hadi. Bir daha yapma böyle.” diyor. Kırk birinci günden, bu hali alıyor.

Yani okumayla, şunla, bunla olmaz. Eğer birisi, yetişmek istiyorsa. İşte. Kendini helak etme! İşte, haftada bir gün, iki gün niyet ettin. Nefs-i emmarenin dediğini, şeytanın dediğini yapmayalım. Bu da niyettir. Bu da riyazettir. Bu da perhizdir.

Efendi, bu yaşamayla kalktı, emir aldı. Otuz beş yaşındayken! Bağdat’a birinci caminin, büyük caminin kürsüsüne çıktı. Sinekler o kadar çokmuş ki. Hastalık, öksürük, şu, bu. Hazret-i Pir oraya çıktıktan sonra, sinekler çekilip gidiyor. Öksürük yok, kesiliyor. Her taraf böyle, sanki cansız. İnsanlar oraya oturuyor.

İşte bu da, Allah’ının verdiği gücü kullanıyor. O sinekler yerine, güvercin şeklinde, yeşil, mavi, beyaz, kırmızı, boş yerleri, böyle istila ediyorlar. Birçok kişi cemaatten. Onlar elliyor ki: “Ha, güvercin!” Herkes görmüyor. Birçok kişi cemaatten görüyor. Onları elliyor ki: “Ha, güvercin!” Alıyor eline, görüyor güvercin.

Melekler istila etti. Allah, Gavsiyetin mahiyetinde, Allah’ın yarattığı melekler, safların arasına doluyor. Fakat o gözleri de Allah bize versin. Onları görelim inşallah. Âmin.

Tekrar, lillahil Fatiha.

 

Onu hepinize vermiştim. Hazret-i Pir konuşmaları, vermiştim. Allah, tatlı muhabbet versin.

Hadi bakalım. Kalkalım. Ya Allah!

Unutmayalım! Allah diye, diye, unutmayalım!

Allah! Ya Allah! Ya Allah!

Aleyküm Selâm. Nerelere gittin yahu? Bizi terk etme yahu.

Aklın varsa. Yoksa, nereye gidersen git. Gel, şunu almadan gitme. Hadi, güle güle.

 

Bu Ağız O’na Layık Olsun

Selâm, hepsine selâm! Güle güle. Allah razı olsun.

Kâbe’ye Fatiha gönderdim. Ama… Tabi ya, kabul! Buradan da göndersen, kabul. Oradan da göndersen, kabul.

Yalnız, bu ağız. O’na layık olsun. Hah! Bu ağız O’na layık oldu mu, O her yere yetişir. Allah’tan kork yahu, diyor. Amenna ve Saddakna.

 

İki Deliğe Hâkim Olalım

“Çocuklar, genç çocuklar efendim. Yüz bine kadar çeker yahu.”

Yüz bin Esma’yı nasıl çeker yahu? Ben kendi halimde, küçük yaşımda, Efendime gittiğimden bu yana, çok çeksem, bin çekerdim. Bini bile çekemiyorum.

Yahu, altmış bin, ne demek? Söyledim, birkaç kez söyledim.

“İşte, yolda giderken çekiyoruz, yemek yerken çekiyoruz. Dairede, yazı yazarken çekiyoruz.”

Olmaz yahu böyle şey. Akıllı olun, iyi mi? Nefs-i emmareye hâkim olun. Haram lokma yemeyin. Bak, hepinize söylüyorum. Haram lokma yemeyin.

Allah’a söz verin, bilerek, haram şehvet ile bakmayın. Hepsi kardeş, ana, bacılardır.

Yüz defa, “Lâ ilâhe illallah, Muhammeden Resûlallah!” deyin, size yeter. Hadi!..

Yüz bin tane çekersin. Yüz bin tane çektin, bir de güzel kızı, ya kadını istedin mi? Ne oldu? Haram! Aşağı, yukarı haram! Bitti.

Kalp ile akıl birleşmeli. Kalb-i selim, akl-ı selim, cennettesin. Yüz defa, Lâ ilâhe illallah! Hadi, güle güle.

Şu iki deliğe hâkim olun! Başka bir şey demem size.

Hadi, güle güle yavrum. Şikâyet ediyorlar. Fakat biz söyledik. Ahmet Efendi bize, bu cevap verdi demiyorlar.

Çok dikkat et. Dinle, iki deliğe dikkat et inşallah. O deliğe, bir de bu delik var. Bir de bu! İnşallah, karşı cinsten biri sarıldı mı, çözülme. “Benim kardeşimsin.” İnşallah!

Sen bunu yapmadıktan sonra, yüz bini çek. Ben kabul ettim? Karşı cins öptü mü, sen de öpmeye başladın mı? İş bitti, gitti. Hele öbür tarafı da kullanırsan, cehennem var.

Hadi güle güle. Allah hepinizden razı olsun. Selâmet ile, Rahmetiyle, Rızasıyla, lütfu ihsanıyla. Tamam.

İki deliğe hâkim olalım. İyi mi? Nikâhlımızdan başka hepsi, bizim kardeşimiz, ana babamız.

Bir de bilerek, birisinin çayında haram varsa, içmeyin. “Özür dilerim.” Dökersiniz.

Yüz defa da, Lâ ilâhe illallah, Allah, Muhammed vardır.

Tamam! Emrindeyiz. Yerine getiriyoruz. Tamam!

Bismillahirrahmanirrahim.

Kalkalım. Yavaş yavaş kalkalım.

Gençleri, çok da getirin, iyi mi? Gençleri getirin de bağlayalım, nefs-i emmareyi bağlayalım inşallah. Kimseye dokunmasınlar inşallah.

Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, Kur’ân-ı Azimüşşan’ın yüzü hürmetine, elli, yüz tane.

İnsan ve İman’ı, Barışı birbirine ekleyin, öyle yerlere gönderin. Elden dağıtın. İki yüz tane bir grup, o konferansta elden dağıtın.

Olacak bunlar. Hepsi olacak. Allah hepinizden razı olsun. 

Malatya’ya, taşına, toprağına selâm! Erzincan’a da!

Selâm Üçlere, Karınca Yemeze, selâm. Hadi, güle güle. Salâvat ile!

İyi misin? Geniş ol. Hu!

Allah’ın rahmeti hepinizin üzerine olsun.

Burada İnsan ve İman, hadis var, verin!

Her Ankara’ya gelirken, beklerim.