3.SOHBET: BERAT KANDİLİ

3.SOHBET: BERAT KANDİLİ

Secde Emri

Allah’ın Nur-u İlahisini dağıtalım. Bütün insanlık âlemine dağıtalım. Allah temelden öyle buyuruyor. Cenab-ı Allah, hepinizin malumudur; Melaike-i Kirama ve de ne kadar ruh ve melek yaratmışsa, hepsine secde emrini verdi.

Diyor ki o gün: “Secde, Âdem’e (Selam Üzerine olsun) değil, secde Cenab-ı Allah’adır.” Fakat öyle emretti. O kalbe tecelli etti, ondan sonra secde emrini verdi.

Âdem’in (Selam Üzerine olsun) kalıbına tecelli etti. Ondan sonra secde emrini verdi. Yoksa secdeyi taşa toprağa yapmadı. Gene kendine yaptı. Fakat biliyorsunuz mevzu orada değil. Oraya geldik.

Orada şeytan dediğimiz Azâzil çok akıllı “Ben Âdem’e secde etmem. Beni dumandan, ateşten halk ettin. Ateş nurdur. Onu, gözümüzün önünde çamurdan halk ettin. Ben ona secde etmem.” dedi.

Tecelliyât, öyle olacak. Azâzil en akıllı melek. Bir rivayette kırk bin sene melâikelere hocalık yapmış. İsm-i Azam duasını bilen bir melek. İsm-i Azam duasını bilmiyoruz, yazılmış ama… İşte onun için; mevzu o değil.

Secdeye gelelim şimdi. Diyor ki: “O gün, o emri yerine getiren, iki secde yapmış.”  Ervahlarımız. “İki secde eden.” diyor. “Bu âlemde de aynı secdeyi yapıyor, namazını kılıyor. İşte Allah’a secde yapıyor. Secde eden, sadece bu âlemde secde etmiyor.” diyor. Secde eden sadece Peygamberlerin, Allah’ın emirlerini yerine getirmiyor.

Bize de bir tecelli-i ilahi var. Ama emir umumidir, hususi değildir. Allah’ın kimseye bir garazı yok. Demek o gün, yani orada; çünkü şüpheler hâsıl oluyor. O gün emri verdi; ama Azâzil bir secde yaptı, kalktı iki secde yapmadı. O kabahat! O emri yerine getiren iki secde sevdi, iki secde yaptı. O da hem orada, hem burada. Yani Allah birisine yaptırdı da, birisine yaptırmadı. Bundan hâşâ bir şey olmaz. Aklınıza bir şey gelmesin. Emir tâbidir, hepsine tâbi emirdir.

 

Namaz İcabı, Secde Allah’adır

Burada bir hayır-şer çıkıyor. Şimdi oraya geldik. Zahiri Âdemden şimdiye geldik. “Efendim,” diyor; hepinizin malumudur. İşitiyorsunuz, erkek olsun, kadın olsun. İnsan, yani İnsan… Nüfus kâğıdında İslâm yazılıdır. İslâm’dır. Elhamdülillah! Buna şükür edelim. Bugünlere de şükür edelim.

Diyor ki: “Efendim.” Çok şikâyetler geliyor. Her taraftan şikâyetler. Size de geliyordur. “Kalbim temizdir.” diyor. “Namazın ne icabı var, orucun ne icabı var? Temiz bir insanım.” diyor.

Ve temizdir kabul ediyorum. Haram yemez, harama bakmaz; kimsenin hakkında uğraşmaz, melek gibi yaşar. Yani kabul ediyorum. Fakat namaz sakıt (yani ondan namaz görevi düşmüyor) olmuyor ki. En temiz, melektir. Meleklerin hepsi, kimisi rükûda, kimi kıyamda, kimi secdede. O günden bu güne kadar, sonuna kadar Allah’a ibadet yapıyor. Allah’ın en sevgilisi, tayin-i zaman Peygamberler; hepsi namaz ile devam.

“Efendim, benim kalbim temiz.”  Melekten üstün değiliz ki.  Peygamber’den üstün değilsin. Şu namazımızı kılalım. Kalbin gene temiz olsun yahu! Bunu herkese diyebilirsiniz. Yani efendim ne lüzum var?

Sonra bir kısımlar var, bana geliyor. Allah hepinizden razı olsun. Diyor ki: “Allah’a inandım, Peygambere iman ettim, yolundayım. Şayet.” diyor, “Yani namaz, oruç, zekât, hac, bizden sakıt olur.” diyor.

Nereye gittiniz siz yahu? “Biz tasavvufun tâ zirvesine gittik.” diyor, “Tasavvuf ehliyiz. Namaz bizden sakıt oldu.”

Çık işin içinden! Şimdi bu emri nereden getirdin yahu! Kur’ân’da var mı? Bir emir işitiyorsunuz; bunları hepinize söylüyorum. Dikkat edin, hepinize bu çok mühim! Yahu, Kur’ân-ı Azimüşşan’da bir âyet-i şerif ile namaz sizden sakıt olmuştur, namaz kılmayın, siz tasavvuf ehli oldunuz… Var mı? Böyle emir gördünüz mü yahu!

Siz gördünüz mü hiç? Gördünüzse söyleyin. Fetva verin. Yok! Oruç tutmayın. Yok yahu! Böyle bir şey yok. Yok efendim! Fakat deliliği, ya nefsanî, ya şeytanî hâli bir kuvvet veriyor ona. “Biz efendim” diyor, “Şeriatı bıraktık.” E, ne öyle? “Efendim biz zirveye vardık. Yahu tasavvuf ehli olduk, Hakka yakın olduk.”

Dikkat edin, bunlara aldanmayın! İyi mi?

Beş vakit namazı sana farz kılmıştır, kılacağız. Ama hastasın, ama kılamazsın, o başka. Ama “Namaz bize sakıt oldu.” dedin mi, en büyük günaha giriyorsun. “Biz şeriatı bıraktık, ehl-i tarikat olduk.” Bak işitiyorum, bana haberler geliyor. “Efendim, Kadiri tarikatına intisap ettik. Ya Nakşi, ya Rufai, Melâmi; çok bol var bizde. Elli tane tarikat var. On ikidir. Elli taneye bölmüşler. Biz tarikat ehli olduk, şeriatı bıraktık. Daha bundan büyük günah yoktur. İmam-ı Gazâli’ye bakın efendi!

“Biz tasavvuf ehli olduk. Zirveye vardık. Namazı bıraktık, şeriat ehli değiliz. Şeriatçılar namazı kılar. Bizden sakıt oldu.” İşte en büyük günah. İstersen havada uç.

Söylüyorum; Kur’ân’da bir âyet gördünüz mü, bir hadis-i şerif? Namazı kılmayın diye, namaz hakkında…

Gördün mü? Ensar ve muhacirden, cihanı-yâri güzünden; acaba bunlar daha mı yüksektir? Onlar, onların hepsi tasavvuf ehliydi. Allah’ın Resûlünün huzurunda idiler. İçlerinden hiçbir tanesi itiraz etmedi ki: “Allah’ın Resûlü bu namaz nedir yahu? Bizden sakıt olsun, sen de kılma, biz de kılmayalım.”

Emre itaat var. Allah’ının emridir. Allah’ın Resûlünün emri değil. Allah’ın emridir!

Şimdi burada dikkat edin. Çok karşılaşırsınız. Şimdi Ankara’dan dört, beş, altı; İstanbul’da on... Konya’da vesaire… Bu yollarla uğraşmıyorsunuz, onun için bilmiyorsunuz. Ehilleri var; yani namaz bizden sakıt oldu, şeriatı bıraktık, tarikata geçtik… Daha büyük günahlarını kazanıyorlar. Burada inkâr var. İkrar yok. Allah hepimize yardımcı olsun. Âmin.

Âdem (AS)’a değil, biz o gün Allah’a secde ettik, bugün de. Secde Allah’adır.

Sonra birçok ehli tarikat var. Başka başka şeyler; ama bir tek müritlerde mi kabahat?

Size, hepinize ricam, İslam’ın beş şartına dikkat edin! İmanın altı şartına dikkat edin! Ufak iki sayfalık bir dua yazdım, bu konuyu orada bulabilirsiniz. İki yapraklı dua var ve orada çok güzel izah etmişimdir. Sağ tarafta Allah (C.C), solda Muhammed (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), ortada Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ın dediği olur. Bir oku, öyle dağıt.

 

Dünyayı dolaştım giymedim başıma taç.

Ne zengini tok gördüm ne fakiri aç.

Yüce Rabbimiz Sana hamdu sena olsun.

 

İslam’ın beş, İman’ın Altı Şartı

 

Siz Allah’ı seviyor musunuz?

Allah’tan korkuyor musunuz?

İslam’ın beş şartını, İman’ın altı şartını bırakmayın! Sıkı yapışırsak, böyle şeyler aklımıza gelmez. Birisi de yanlış söylerse cevabını veririz. İnşallah, cevabını veririz. “Bu emri nereden aldın, bunu hangi âyetten, hangi hadis-i şeriften aldın? Namaz kılınmamasını, oruç tutulmamasını, İslam’ın beş şartını terk etmeyi, nereden aldın?” Hemen yakasına yapış, düzelt, izah et. Bakalım hangi âyete dayanıyorlar bunu söylerken.

İslam’ın beş şartı, malumunuz hepinizin. Kelime-i Şahadet, getir! Amentü billahi. Salât, hac, zekât. İmanın şartı, namaz, bir daha izah ettik bunu.

Namaz! Allah’ın ömründen aklı bâli olduktan sonra, yedi yaşından başlıyor namaz çocuklara. Her gün beş vakit, her gün. Zekât senede bir defa. Oruç senede bir defa. Hac ömründe bir defa; vakit varsa, paran varsa, kuvvetin varsa. Fakat bu beş vakit namaz, her gün. Beş vakit, acaba neden konmuş? Onu gene hepiniz biliyorsunuz. Diyor ki bir hadis-i şerifinde Allah’ın Resûlü (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), böyle bir mevzu oluyor da:

“Kapınızın önünde bir ırmak aksa, bir su yani ve günde beş defa, o suda temizlenip yıkansan, abdest alsan. Siz de bir kir kalır mı?” diyor.

Kir, pas, ter kalır mı? Yok. Allah’ın Resûlü (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), işte günde beş vakit namazını kılan, edâ eden diyor; hem maddi, hem manevi, hem ruhen, hem bedenen, hem ailece, hem kardeşçe temizlenir.

Şimdi beş vakit namaz, ilk Âdemden, son Âdeme kadar devam edecek. Ama inanan ve iman edene. İnanın!

Acaba neden, sebep nedir? Namazı terk etmeleri nedir? Bilerek mi? Bilmeyerek mi? Bilmeyerek terk ediyorlar. Bilerek değil.

İmanın altı şartını, Amentü billahi! Biz Allah’a inandık ve iman ettik elhamdülillah. Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, mübarek günlerin yüzü hürmetine, elhamdülillah. Amentü billahi ve melâiketühü. Biz meleklere inandık. İman ettik. Melekler o kadar çoktur ki; hesabını ancak Cenab-ı Allah bilir. Fakat burada bir sual geliyor.

İnandın mı meleklere?

İnandık elhamdülillah. Amentü’nün, imanın altı şartına inandık.

Meleklerin birkaç tane ahlâkı sende var mı, yok mu?

Hah! Buraya dikkat edelim. Meleklere inanmak çok kolay. Allah’ın emridir. Kur’ân’da haber veriyor. Fakat ahlâk? Meleklerin ahlâkı ile ahlâklanmak? Hiç olmazsa temiz olun, hiç olmazsa kimsenin malına, ırzına göz koymayın. Melek ahlâklarından en az birkaç tanesi ile ahlaklanalım inşallah.

Amentü billahi ve melâiketehu ve kütübihi.

Size bir kitap gönderdik, Kur’ân-ı Azimüşşan!

İnancınız, imanınız var mı?

Elhamdülillah.

Başımızın tacıdır. Herkesin evinde bulunuyor. Kur’ân’dan bize birkaç âyet okuyabilir misiniz? Bizi memnun edebilir misiniz? Hepimizin malumatı, çok yazık oluyor bize. Kur’ân ahlâkıyla nasılsın? Yine yazık oluyor. Kur’ân’ın ahkâmıyla nasılsın? Yine bize yazık oluyor. Hani Amentü billah, altı şartı diyor. Buna hafifçe mâna veriyoruz. Yani Kur’ân’a herkes inanır, hiristiyanı bile. Herkes rafına bile koymuş. Ama, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanın. 

Hz. Ayşe validemize soruyorlar. “Ya Ayşe!” diyorlar. “Kur’ân ahlâkından biraz öğretebilir misin?”

“Allah’ın Resûlü (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) buyurdu ki: “Ahlâkım Kur’ân’dır. Kur’ân benim ahlâkımdır.””

Biz burada çok tembellik yapıyoruz, kusura bakmayın. Onu da öyle bırakalım.

Ve Resûlihi. Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve resûlihi.

Peygambere iman… Şimdi buradan inşallah hepimiz, O’na inan ve iman eden hepimiz, inşallah bizden sonra gelen de kelleyi veririz. Allah’ın Resûlünü (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) terk etmeyiz, inkâr etmeyiz inşallah.

Öyle inanmak lazım. Allah’ın Resûlüne (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), emirlerine gene öyle.

Şimdi buradan çıkan sual,  Allah’ın Resûlünün (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) ahlâkıyla nasılsın? Ahlâk var mı yok mu? Allah’ın Resûlü’nün (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) bir ahlâkı var. Allah’ının Resûlünün (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) ahlâkıyla nasılsınız?

Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve resûlihi ve yevmil ahiri ve bil kaderihi ve hayrihi ve şerrihi.

Buraya da bir girelim. İşitiyorum. Belki işittiniz? Siz işitmezseniz daha iyi olur. “Efendim, mademki hayır şer Allah’tandır.” diyor. “Ben akşama kadar kahvede oturayım. Arkadaşla konuşayım. Tavla oynayayım. Kaderim öyledir.” diyor. “İçki içiyorum. Kaderim öyleymiş.” Bunu işiten çok var. Demek ki sizden de işiten çok var. Başka günah, “Hayrihi ve şerrihi mademki Allah’tandır. Beni şerre hayretmiş.” diyor. “Beni ellemeyin.” diyor. Çünkü bu kelimede hem kendimize iftira, günahkâr ediyoruz, hem de Cenab-ı Allah’a karşı geliyoruz. Hayır şer Allah’tan.

 

Hadis-i Şerif Öğrenelim

O Kur’ân-ı Azimüşşan’a bakalım şimdi.

Oraya geldik, binlerce mevcudiyeti vardır, kaç yüz bin hadis var. İmam-ı Buhari, “Üç yüz bin hadis ezberimde var.” diyor.  O ezberinde olan. Biz hiç olmazsa on tane hadis öğrenelim.

Benim ilk girişim âyet, hadistir. Eski yazıyı hepimiz bilmiyoruz. Ama Kur’ân’ın tefsiri var. Kur’ân’ın tefsiri Türkçe. Bir de hadis kitabı. Ufak elli yüz yaprak hadis.

Beş, on, elli yüz tane hadis öğrenin hiç olmazsa. Mademki seviyoruz Peygamberi, O’nun sözünde olalım. Kur’ân tefsiri Türkçe. Size çok ricam. Bugün, ilk basamak; hepinize, sizde; bir Türkçe Kur’ân… Zaten eski harf biliyorsa, ona lüzum yok. Oku! Bilmeyen bir Türkçe Kur’ân alsın. Hadis alsın. Yani elli yüz hadis. Bir ara da bununla biraz meşgul olalım. Mademki seviyoruz. Allah’ı seviyoruz! Allah’ın ilminden biraz öğrenelim. Peygamberi seviyoruz. O’nun sözünden biraz istifade edelim. Olur mu? İnşallah.

Sabahın ilk başlangıcında bu aklımdaydı; ama gene geldi. Allah gene verdi.

 

DUA

 

ALLAHIM, lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim;

Bölücü değil, bağdaştırıcı, birleştirici olabilelim.

Nefret olan yere sevgi,

Yaralanma olan yere affedicilik,

Kuşku olan yere inanç,

Ümitsizlik olan yere ümit,

Karanlık olan yere aydınlık ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.

ALLAHIM, kusurları gören değil, kusurları örtenlerden;

Teselli arayanlardan değil, teselli edenlerden;

Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden;

Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil, sevenlerden olmamıza yardım et.

Yağmur gibi hiçbir şey ayırdetmeyip aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,

Güneş gibi hiç bir şey ayırdetmeyip ışığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan,

Toprak gibi herşey üstüne bastığı halde hiçbir şeyini esirgemeyip nimetlerini herkese verenlerden,

Ve gece gibi bütün ayıpları sarıp örten, âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olmayı bize lütfet.

Alan değil veren ellerin,

affedici olduğu için affedilenlerin,

Hak ile doğan, Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerin

ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların safına katılmayı bizlere nasip eyle.

AMİN.

 

 

“Lütfet ki” duası çok güzel.

Ama öteki! Hadis, âyet, daha güzel.

Zaman nasıl işliyor ki bizi nefs-i emmare bırakmıyor? Size “Lütfet ki” duasını da hadis ve âyetleri de verdim. Akşama kadar kimi işinde, kimi ticaretinde, kimi memuriyetinde, kimi kahvesinde emekli olmuş, kahveden çıkmıyor. Hanımlar hep gelip bana şikâyet ediyor. Beş dakika gel evinde bir âyeti, hadisi oku. (“Lütfet ki…” duası okunuyor.)

Allahuekber! Allahuekber! Allahuekber! Çok güzel bu, çok güzel! Bu dua ahlâktır.

Şimdi orada güneş geçti, su geçti, toprak geçti, gece. Her insanın bedeninde, herkesde vardır. Bu dört ahlaktan, birisini tekâmül edersek, mesela şöyle: Bir kıra gezmeye çıksak ve orada tuvalet bulamazsak, küçük tuvaletimizi nereye yapacağız, tenha bir yer bulacağız. Mümkünse ayakta yapmayın. Üstünüze sıçramasın. Hatta öyle yapmışlar ki diz çökmüşler, sol dizi elde vermişler, sağ ayağı kimse görmeden. Eğer toprak sertse, toprağı da eşmişler ki, yumuşak açmışlar ki, topraktan necaset sıçramasın. O pislik bedenden çıkıyor; ama bedene sıçramasın, elbiseye sıçramasın. Demek ki o kadar nefret, mikrop bizde var. Yani mümkün mertebe tuvaleti orada ediyoruz.

Öbür taraftan ya elma, ya armut, topraktan domates vesaire biter. Burada da alıp yiyoruz. Hem üzerine pisliyoruz, hem alıp yiyoruz.

Tuvalette suyu kullanıyoruz. Taharet yerlerimize, etek yerlerimize. Musluğa da gidip abdest alıyoruz. Demiyor ki “Yahu sen şurada beni kullandın, burada da içiyorsun, abdest alıyorsun.” Sabır. Tahammül yani.

Öyle ol ki su gibi ol.

Öyle ol ki toprak gibi ol.

Öyle ol ki güneş gibi ol, gece karanlık gibi, ayıp örtücü ol.

Bu dört ahlâk muazzamdır. Yani birisinin ahlâkını yaparsak, aileler, evlerde çoluk çocuğumuzla iyi geçiniriz, iş yerinde, çok iyi geçiniriz. Birisi bize söver. Ona: “Tamam, tamam. Sen şimdi pisliyorsun, biraz sonra inşallah. Benden muvafakat görürsün.” diyelim. İçimizden geçirelim. Öyle olun. Öyle bir barış gelir ki hem aileye, hem sokağa gelir, inşallah. Bu ahlâkları kullanalım inşallah.

Amenna ve sadakna.

Allah rızası için, Habib-i Kibriya’nın hürmetine, mübarek günlerin hürmetine; hem Cuma, hem Berat, siz çok nasiplisiniz. Ya Evvelil Evveline, ya Ahirül Ahirine, geçmişlerin ruh ervahlarına, hayatta olanların, bütün ümmet-i Muhammedin, sıhhat ve selâmeti hepinize Allah rızası için, El Fatiha!

 

Zerre Kadar Hayır Yaparsan, Zerre Kadar Şer Yaparsan

Şimdi efendim. Cenab-ı Hak bütün insanlığa emir buyuruyor. Yalnız İslâm’a değil, Kur’ân-ı Azimüşşan bütün insanlığa buyuruyor. Âyet-i şerif mi, kudsi hadis mi? Cenab-ı Hak: “Biz sizi zikrediyoruz. Sizler de bizi çok zikredin.” Durmayın yahu! Allah’ın bize verdiği şu gençliği; verdiği şu sıhhati, gücü, kuvveti; verdiği şu aşkı muhabbeti, mühleti, merhameti, kuvveti… Öyle yemeğe harcamayın, karnınızı çok şişirmeyin. Bir şey daha söyleyeceğim ayıp olur. Biraz bunu Allah’a tevveccüh edelim. Allah’ı zikredin inşallah. Biraz Allah’a, iyi mi? Hepinizden ricam.

Biz umumiyetle, gene burada, âyet-i şerif: “Umumiyetle, biz çalışanı seviyoruz. Çok seviyoruz. Çok seviyoruz.” Kim olursa olsun, bunun içine giriyor. “Çalışanı seviyoruz. Fakat doğrularla beraberiz!”

Şunu da elimizden bırakmayalım. Elhamdülillah! “Zerre kadar hayır yaparsan, zerre kadar şer yaparsan.” Bunu bir defa daha izah etmiştim. Çocuklar çoktur, bunu söylüyorum. Müsaade edersen?

Bedevinin birisi, hiçbir şey yok diyelim ki, uzak bir yerden, Kayaş’tan kalkmış gelmiş. Medine yakınmış. Allah’ın Resûlüne (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) gelmiş. Götürüyorlar. Mescitte, (O’nu) gösteriyorlar. Oturuyor. Çok muhabbet, sohbet devam ediyor da dâhili hariciler var. Dönüyor soruyor:

“Sen kimsin?”

“Efendim, işte Kayaş’tan geldim.”

“Ne vakit gideceksin?”

“Allah’ın Resûlü, müsaade edersen ben Medine’de durayım, sizin yanınızda. Ya Allah’ın Resûlü benim kimsem yok. Aç susuz, pek garibim.” demiş.

“Pekiyi.” demiş. “Mehmet, bunu al. Eve götür, misafir et. Bu senin kardeşin olur.” Medine’nin yerlilerine söylüyor. “Bunu misafir al, ne yersen içersen buna da ver. Bir de buna Kur’ân öğret.”

Okur yazarlığı yok. Ben şimdi atlama yapıyorum. Tam manasıyla geçmiyorum. Medineli, alıyor eve götürüyor. Elif cüzünden başlıyor. Bir ay yiyor içiyor. Bir yatak vermiş. Bir oda vermiş. Kalkıyor, geliyor. Allah’ın Resûlu’nün arkasında namaz kılıyor. Akşamleyin o evde duruyor. Fakat sabah bir ders, akşam bir ders görüyor. Medine’nin yerlisinden: “Zerre kadar hayır, zerre kadar şer.” âyeti geliyor, duyuyor adam. Bedevinin, hiçbir şey bildiği yok.

Diyor ki: “Ben bu zerre kadar, bir kıl kadar hayır yaparsam defterime yazılır mı?”

“Yazılır. Âyet-i şerif var.”

“Bir de şer günah yaparsam, o da yazılır mı?”

“Yazılır.”

“Pekiyi.”

Yatsı namazından sonra yatıyorlar. Adamcık sabaha kadar uyumuyor. Hep bununla uğraşıyor.

Bu tam bize ait, yani nefsimize ait. Onun için buraya girdim. Sizi geç bıraktım kusura bakmayın.

Sabah kalkıyor. Sabah namazını kılıyorlar. İşte Allah ne vermişse, bir kahvaltı yapıyorlar.

Dersi verecek, “Yok.” diyor. “Kusura bakma.” Ev sahibine, efendisine, hocasına, diyor.

“Hayrola, ne yaptın sen?”

“Okumam,”diyor, Arabî. “Zerre kadar hayır yaparsam amelime, şer yaparsam gene amelime. Ee. Ben ne yapayım?” diyor.  “Allah yardım etsin.” diyor. “Ben gece sabaha kadar uyumadım.” diyor. “Cenab-ı Hakk’a söz verdim. Size de söz veriyorum. Siz de bana yardımcı olun.” diyor. “Günah işlememek, ne varsa, büyük ve küçük, inşallah hayır tarafından gideyim. Bu da bana yeter. Ben ne yapayım okumayı.” diyor. “Ama okumam lazım, ha!” diyor. Bunda kalmayalım. Bunda ki nefsimize göre hisseyi kapalım.

Kalkıp Allah’ın Resûlüne geliyorlar. Öğle namazını kıldıktan sonra, o ashap soruyor.

“Allah’ın Resûlü,” diyor. “Misafirim bugün itiraz etti.”

“Neden?”

“İşte, böyle söyledi.” Yanında da oturuyormuş.

Resûllullah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun): “Mübarek olsun,” diyor. “Bu sözde durabilir misin?”

“Allah’ın Resûlü bana yardım ederse, dururum. O sözümden.” diyor.

Resûlulallah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), “Büyük âlimden oldu.” diyor. Ashab-ı Kirama söylüyor. “Bak ufacık bir ilim ile, büyük âlimden oldu,” diyor.

“Çünkü nefsine karşı bu. Umumiye karşı değil. Kimseye ziyanı dokunmaz, kimsenin ırzında, namusunda, malında gözü olmaz. Ufacık bir hata? Bir iğneyi yerinden almaz. Doğruluğa kaçar. Büyük âlimden oldu. Bu size kardeş oldu. Büyük âlim.”

 

Yani o hadis-i şerifi, bu hali ahvalin misali ile anladım. İnşallah herkes icraya koyar. Ufacık bir hata yapma. Çoluk çocuğuna bir şamar atacak, yapma. Ya da daha iyisi, hanıma bir şey söyleyecek kızarak: “Yahu hanım şunu şöyle yapsak, daha iyi değil mi?” Veya hatta birçok insan evin içinde şirretli. Hanımlara. “Ben bugün falan yere gittim de orada bir hanım vardı. Şöyle yapıyordu.” Sen yap demiyor, yani başkalarından gördüm şöyle yapıyordu diyor. Sen yaptın, dedi mi kaldıramaz. Kavga başlar evin içinde. Çocuk da bozulur, biz de bozuluruz. Aileyi çok sevgili tutun, iyi mi? Her şeyi misalle anlatın inşallah. Doğru doğru anlatmayın efendim. “Bugün arkadaşa misafir gittim de şöyle bir namaz kılındı. Hayran kaldım. Keşke biz de öyle namaz kılsaydık.”  dersek bu daha iyi olur.

Şerri terk edelim. Hayır işleyelim.

Tekrar, Allah rızası için, bugünlerin yetişmesi için, tekrar, birbirimizin tekrar mübarek Cemâlimizi görmesi için, el Fatiha!

Allah tekrarına eriştirsin. Son nefeste iman-ı kâmilden ayırmasın. Bugünleri de daha tatlı bize sindirsin, inşallah.

Çok mübarek bu günler, öyle mübarek günlerdir. Ben akşam hesap ettim. Dört kandil, iki bayram var. Altı değil mi? Ya. Bu mübarek günleri, kandilleri, aynı bayram gibi görelim, inşallah. Birbirimizi sevindirelim. Tanıdığımızdan açlar varsa, onlara bakalım. Hasta varsa, o hastaları ziyaret edelim. Aynı bayram günü gibi görelim inşallah. Bu Berat gecesinde, hepiniz biliyorsunuz, çok büyük mükâfatlar var.

“Allah’ım!” demiş, “Yapamıyorum. Beni de iyilerine kat!” Hem, bunu söyleyelim. Bu gece yüzü hürmetine, Allah hepinizden razı olsun. Âmin! Tekrarına eriştirsin.

 

Görelim Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler. İnşallah.

Bu mübarek günlerinde, hepinize tekrar tekrar teşekkür ederim. Yarın evinizde, çoluk çocuğunuz, ana babanızla, hanımınızı da alıştırın, onların ellerini öpün. Çocuklar da ellerinizi öpsün. Berat kandilini kulakları işitsin. Yani tatlı bir yuva kurun. Arkadaşlar arasında, tanıdık, bugün yarın, “Berat Kandiliniz kutlu olsun!” deyin. Belki adamın hiç haberi yok. Ben pek çok zaman bundan bahsediyorum. Adamcıklar bizde oturuyor, dinliyorlar. Cuma namazını bilmiyorlar. İnşallah o da kılar. İnşallah.

(Birisi diyor ki: “Hacı Bektaşi Veli Hz. namaz kılmamış.”)

Kim diyor?

Yanlış söylemişler. Neden ismini “Veli” koymuşlar. “Veli” namazsız olur mu? Hepiniz işitin.

Ben de “Peygamber Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) namaz kılıyor.” dedim.

Yanlış söylemişler sana. Bir cevap vereyim. Ne diyorlar? Hacı Bektaş, “Veli” değil mi? Namazsız “Veli” olur mu? Namazsız zındık olur. Hadi bakalım böyle sualleri söylemeyin.

Burada konuşulanı yarım saatte unutmayın. Çoluk çocuğunuza, ana babanıza, arkadaşınıza götürün. Bu Berat Kandili, bayram gibi, birbirinizin elini öpün. Ana babaları ziyaret edin, etrafınıza anlatın. Evin içindeki çocukları alıştırın. Rast gelene, “Berat kandiliniz kutlu olsun!” deyin.

 

 5 Ocak  1996 Cuma, Berat Kandili