21.SOHBET: KELİME-İ ŞAHADET

21.SOHBET: KELİME-İ ŞAHADET

Müslüman ülkesi Evliyalarla dolsun taşsın. Taşsın! Taşsın…

Geçin oturun.

İyi günler göresiniz. Geçin hoş geldiniz. Safalar getirdiniz.

Esselâmun Aleykum. Salâvatı ile.

Nasıl ki yemeğe tuz atarlar, bütün Ayeti Şeriflere devam edilmesi için, Salâtı şerifler de onların tuzudur. Amenna.

Salâtı şerif olması çok mühim.

Muhammedî! Evvelidir, ahiridir. Muhammedî! Zahiridir, batınıdır.

Hüvel Evvel, Hüvel Ahir, Hüvel Zahir, Hüvel Batın ve Hüve alâ külli şeyin Âlim, Kadir Allah!

Ne kadar büyük Allah. On sekiz bin âlemi kaplamış. İyi mi?

Yer verin, geç şuraya otur. İhtiyarlara yer verin. Sakallılara yer verin. Geçin oturun. Büyüklere yer verin. Büyükler de küçüklere sevdirsin, öğretsinler. İnanç ile, hâl ile, ahval ile.

 

Allah Dedirten Allah’ım!

İki kişi namaz kılıyormuş. Hacı iki arkadaş. Yan yana. Namazları bitmiş, camide kimse kalmamış. Demiş ki:

“Arkadaş bir tespih çekelim.”

“Ya, ne çekelim?”

“İsmi Celâl, Allah!”

Allah, Allah, Allah. Böyle beş, on dakika devam etmiş. İki arkadaş. Birisinin ağzında, “Allah dedirten, Allah’ım!” Kibriti çaktı.

Biliyor musun? Allah diye diye, diye diye, kibriti çakıverdi. Bak şimdi, işin içinden ne çıkıyor?

Allah için hizmet edin birbirinize!

İki kişi, iki arkadaş camide yan yana namaz kılmışlar. Namaz bitmiş, hoca “Âmin!” demiş. Dışarıya çıkmış. Arkadaşlardan birisi demiş ki:

“Yahu, işin var mı?”

“Yok.” demiş. “Senin?”

“Benim de yok yahu.”

Camide de bakmışlar kimse kalmamış.

“Biraz tespih çekelim yahu.”

“Ne çekelim?”

“İsmi Celâli çekelim.”

Allah! Allah! Şimdi, ikisi yani. Yani, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah!

Çalar saatler var ya? Tak, tak, tak. Kimin evinde varsa, gönlünü oraya versin. Onunla beraber devam edin. Şimdiki saatler kurmayla işliyor. Kurmayı unutuyor. İnsandan tehir oluyor. İnsanlarda hata, hiç bitmiyor. O, pil bitene kadar devam ediyor.

Dikkat edin. İnsanlar biraz devam ediyor, gaflette kalıyor. Bir şey aklına geliyor. Unutuyor. İsmi Celâli unutuyor. Namazı unutuyor. Ne kadar tembelleşmiş bu insanlar.

Yahu, şimdi başlıyorlar. Allah! Şimdi buradan bir şey daha çıkıyor. Birisi düz, “Allah!” diyor. Birisi iki noktalı; “Ya Allah!”

Birisi: “Allah’ım! Neredesin? Seni öpeyim. Müsâde etseler. Yerde misin, gökte misin? Sen nerdesin? Seni seveyim, öpeyim.”

Ya! “Senin karnını doyurayım, bitlerini kırayım.”

Allah! Ya, ya. Böyle Allah’a âşık olanlar var.

“Sen acıkmadın mı yahu? Seni bir kucağımda yatırayım.”

Ya, bak. Birisi dur, “Allah.” Birisi iki noktalı, “Ya Allah.”

Sırf bunları çalış.

Birisi de “Nerdesin Allah’ım? Allah’ım nerde? Allah’ım seni bulayım?”

Üçüne de devam edin. İyi mi? Hangisi hoşuna giderse.

O’nun ismi… Bin bir ismi diyor, bin bir yemin ediyor. Şark tarafında ismi diyorlar. Allah’ın ismine yemin ediyorlar. Şark tarafında: “Bin bir ismin Hakk’ın için, şu şöyledir.” diyorlar.

Fakat doksan dokuz ismi var. İyi mi?

Şimdi o iki zikir edenden… Allah, arkadaşının birisinde başlatmış; “Allah dedirten Allah’ım!”

Çünkü dedirtmese, biz ne yapabiliriz? İyi mi? Dikkat et.

Biz üçünü… Yani çakmağın ağzını açacağız. Ona bırakacağız. Yine açalım.

Allah dedirten Allah’ım!

 

Allah’ım!

Buradan Beyazıt-ı Bestami Hazretleri’ne geçelim. İyi mi?

Halka zikre oturuyorlar. Beş, on, yirmi, yüz, bin, yüz bin… Allah çok etsin. Çok etsin. Âmin. Halkın milyar nüfusu var. Hepsi Muhammedî olsun. Hepsi Muhammedî olsun. Görelim! Âmin.

Halka zikre devam ediyor. Esma, tövbe istiğfar, Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhit’ler arkasında. Devam, devam! İsmi Celâl’e geçiyor.

Beyazıt-ı Bestami’den. Onların başı! Mürşitleri… İsmi Celâl! Allah, Allah. Hepsi de Allah, Allah, devam ediyor. Ediyor, ediyor.

Beyazıt-ı Bestami’den de: “Allah’ım!” zikri çıkıyor.

Sükût ediyorlar. “Ya ne yaptı bu? Ne?”

Beyazıt-ı Bestami’den: “Allah! Allah’ım!” diyor. Çıkıyor. Allah! Ayıldıktan sonra…

Aman ha! Yapmayın öyle bir şey!

Yakın olanlar: “Hazret!” diyor. “Bir şeyler oluyor.”

“Hayrola, ne var yahu?”

“Sen, ‘Allah’ım!’ dedin. Ağzından öyle çıkıyor.”

“Ben? Allah’ım? Yani, Allah’ım! Yok yahu? Yapmayın.”

“Yok.” diyorlar. “Hepimiz durduk, seni seyrettik.” diyorlar.

“Ya?” Birisine çıkarıyor, para veriyor. “Bir satır al, gel.” diyor. “Öbür Cuma’ya, öyle bir şey zuhur ederse!..” diyor. “Hacı!” diyor, “Sana hakkımı helâl etmem. Arkamdan dön, bir tane vur! Kelle sıçrasın!” diyor.

“Efendim nasıl olur?”

“Yapmazsanız hakkımı helâl etmem!” diyor. “Öyle bir şey olmaz.” diyor.

“Peki.” diyor. Satırı alıyor, geliyor. Yanına oturuyor. Devam. Zikir devam. İsmi Celâl’e gelirken, gene devam ediyor. Feryat gene! Nur ateşi çıkıyor. Ateş nuru çıkıyor ağzından. Birbirlerine bakıyorlar. Biri diğerine diyor ki:

“Kalk yahu!  Vazifeni yap!” diyor. Öteki de kalkıyor. Allah’a sığınıyor. Allah’tan sonra, Piri’ne sığınıyor. “Hatamı affet.” diyor.

Satırı boynunun köküne vuruyor. Şöyle yastığa vurmuş gibi. O kadar kuvvetle vuruyor, yastığa vurmuş gibi oluyor. Iıh! Üç defa. Hemen oturuyorlar. O devam ediyor.

Neticeyi aldıktan sonra soruyor:

“Çocuklar bir şey oldu mu?”

“Efendi. Oldu.” diyorlar.

“E? Ne yaptın?”

Kalkıyor elini öpüyor. “Ben vazifemi yaptım. Üç defa vurdum. Yastığa vurur gibi, küt diye düştü. Böyle oldu.”

“Haa! Çocuklar, demek ki O ben değilmişim. Ben öyle bir şey nasıl söylerim? Ben nasıl o günaha girerim? Ben nasıl Allah’ım derim? Nasıl?.. O diyen, demek ben değilim. O kendisiymiş. O kendisiymiş yine… Bana bir iğne verin.”

Parmağını kaldırır, götürür. Bakarlar. “A ha! Şuraya sok. Kan geliyor mu, gelmiyor mu?”

Sokuyor, hem de acıyor. Çekiyor, hem de kan geliyor.

“Hah! Şimdi ben, benim diyor. Bak, bir iğne bile geçiyor. Koca satır kesmiyor, bir iğne bile deliyor.” diyor.

Ondan sonra zikre nihayet veriyorlar. Bir âşık, Kur’an-ı Azimüşşan okuyor.

Lillahil Fatiha!

Allah, şefaati Muhammedî’ye nail etsin. Âmin. Onların öz ve yolundan ayrılma. Âmin. Son nefeste Kelime-i Şahadet, Kelime-i Tevhit: “Lâ ilahe illallah, Muhammeden Resulullah!”  diye, böyle boynu bükün. Tamam?

Şimdi bir şey var mı söyleyeceğiniz? Maddi manevi konuşacağınız. Bir şey var mı? Bir engel, bir ayet, bir hadis, bir yanlışlık, bir doğruluk, maddiyat üzerine, birisi bir iş yapacak, işsiz kalmış. Güçsüz kalmış. Varsa söyleyin. Yok değil mi?

Allah hepinizin gönlünü Muhammedî olarak doldursun. Âmin. Hem maddî, hem manevî doldursun. Bütün ümmeti Muhammed’in, geçmişi, hayatta olan ümmeti Muhammed’in, sıhhati selâmeti…

 

O’nun Yüzü Suyu Hürmetine

Buradan bak, herkes iki gözüyle bakıyor. Diyor ki: “Her neye bakarsanız bakın.” diyor. “İki göz ile bakıyorsunuz, bir görüyorsunuz.” diyor. “İki pencereden.” diyor, “Birisi bakıyor. Bir kişi bakar.” Yani, Cenabı Hakk’ın inayeti, rahmeti… Yerden ve semâdan, on sekiz bin âlem Kur’ân’da geçiyor.

On sekiz bin âlem de aşk ile hazır, nazır. Çünkü Yaratan! Birisi bir elbise yapar, diğeri kılıç, diğeri bir sopa yapar. Yaptığını da tanır. On sekiz bin âlem geçiyor. Ama bir Hadis Şerifinde diyor ki on sekiz bin âlem Kur’ân’da geçer, ama on sekiz bin âlemden sonra, neler!.. Ya, ya!..

Allah cümlesine, cümlemize Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, rahmetiyle muamele etsin.

Sizin namazda, dışarıdan, içerden, Cenabı Hak’tan bir isteğiniz olur. Yani duamızın kabul olmasını, namazımızın kabul olmasını, vesaire… Yani Allah’a, kıldığın namazı, okuduğun duayı, okuduğun Kur’an-ı Azimüşşan’ı, ne varsa, ne varsa! Ne diyeceğiz? “Allah’ım! O çok sevdiğin Habib’inin yüzü hürmetine kabul et!” Şu dileği, yine Allah’tan, orda alacağız.

Hacı Bayram, Mevlâna Hazretleri… Hani bir ziyaretiniz olur. Fakat ziyaretinizde O’ndan bir şey beklemeyin. “O’nun yüzü hürmetine Allah’ım, Hacı Bayram Veli yüzü hürmetine, Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine kabul et.” diyelim. Hah! Âmin. İnşallah.

Şimdi Nuri diyor ki, yine bir hatim okumuşlar. Hepsini birleştirelim. Allah rızası için. O herkese okurken, kaç hatim okumuş?

“Bin altı yüz Efendim.”

Bin altı yüz hatim okumuş. Gözü yoktur. Bunun ha! Anadan doğma gözsüz. Kur’ân’ı okumuş. Bin altı yüz defa, hayatta. Elli yaşındaydı. Hatim duasını okumuş. Bütün geçmişlerin ruhuna, ümmeti Muhammed’e, kalanların da sıhhati selametine, sizin zahir ve batın gönlünüze, gözlerinize, sıhhat ve selametinize.                              

Bir tövbe istiğfar çek. Arkasına…

Hep günahkârız. Allah günahlarımızı affetsin. Âmin. Mübarek günün yüzü hürmetine.

“Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim,

Evvela tövbe edelim. Diyelim cümle günahlarımıza, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah, tevbe Estağfirullah. Estağfirullahel azimel, kerimellezî, lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyhi tevbete abdin zâlimin linefsihî, lâ yemlikü linefsihî mevten ve lâ hayaten ve lâ nüşûrâ. Ve es’elühüt tevbete vel mağfirete vel hidâyete lenâ innehû hüvet tevvâbür rahiym.

İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! İlahi Ya Rabbi! Eğer bizim elimizden, ayağımızdan, gözümüzden, kulağımızdan, dilimizden ve bütün azalarımızdan bilerek bilmeyerek bu ana, bu saate, bu dakikaya gelinceye kadar, her ne ki kelime-i küfür ve fiil-i küfür, günah, isyan, hata, şirk ve malayâni sadır ve vaki olduysa biz onların cümlesine hulüsi kalp ile tövbe ettik, tövbe ettik, tövbe ettik,  pişman olduk ve bir dahi işlememeye azmi cezmi kasdettik.

Peygamberlerin evveli Hazret-i Âdem safiyüllâh, ahiri ve iki cihan serveri bizim Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa ve Ahmedi bâ safâ sallallahu teâla aleyhi ve sellem Efendimiz’dir. Bu ikisi ve bu ikisi arasında ne kadar Peygamber gelip geçtiyse, cümlesine inandık, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ettik. Elhamdülillah. Haktır ve gerçektir, kavlinde sadıktır.

Âmentü billâhi ve bimâ câe min indillâh. Âmentü bi rasûlillâhi ve bimâ câe min indi rasûllillah. Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî vel yevmil âhıri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ vel basü ba’del mevti hakkun elcenneti, hakkun ennarul, hakkun eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh. Eşhedü en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh.”

Allah rızası için, Habib-i Kibriya’nın yüzü hürmetine, el açan, bu duayı şeriflere âmin diyenlerin yüzü hürmetine, memlekete, milletimize, sıhhat ve selametle, bütün ümmeti Muhammed’e, nerde varsa… Şefkat ile Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine, sıhhat ve selametine, geçmişlerin ruh ervahına,  bu hatim duasına sebep olan ana ve babalarına ve ümmetimizin sıhhat selametine, Allah rızası için, lillahil Fatiha!

Allah hepinizden razı olsun. Seni yoruyoruz Hacı, kusura bakma iyi mi? Ben çok memnunum. O, hepsi memnun. Allah razı olsun.

 

Kelime-i Şahadet

İlk başlarken tövbe istiğfar çekip Amentübillah’dan sonra Kelime-i Şahadeti getirdi Hacı Efendi. Kelime-i Şahadet’in daha evveli var. Ama şöyle hatim yapalım.

Kelime-i Şahadet zuhur eder. Bin dört yüz on yedi senedir, yaşından beri, yani bir sene daha ilave edersek. Şimdi Hicri takvimle öyledir. Şimdi bin dört yüz on yedi yaşındadır. Elhamdülillah!

Kelime-i Şahadeti mümkün mertebe okuyalım. Nefsi emmarenin Hakk’ından gelemeyen, işleri telaşata gelen, iş bulamayan, hasta olan, aç kalan, hastaların ziyaretine giden, birbirine yardım eden. Mümkün mertebe…

Ben, bilhassa kırk sene evvel. Kırk sene, elli sene evvel, Alman harbinde, Hacı Bayram’da yabancı birisine rast geldim. Böyle saçlı sakallı, ince, uzun boylu. Baktım ki yabancı biri. Hemen kolundan tuttum. Orada kahveler vardı. Bir çay içtik. Başka tanıyan arkadaşlar da geldi. Beş, on kişi olduk.

Dedim ki: “Bir unutkanlık var.” O adama, “Bir unutkanlık var.” dedim. “Bir de böyle, sanki zoruna vazife yapıyoruz. Yani sanki sopa altında namaz kılmak, ibadet, taât yapmak.” Şöyle elimden tuttu, güldü.

“Sen.” dedi. Şark lisanıyla, Erzurumluymuş. Şimdi on kişi var. Maksat ondan bir şey çıkarayım. “İlk basamak,” dedi. “Kelime-i Şahadet ile iman etmek. Sen eğer unutkanlığından, açlıktan, işsizlikten, her ne varsa, bir bela başına gelir. Bir şey oluyor. Yani insanlar… Gafletten. Yüz defa,” dedi “Kelime-i Şahadet.” Evet. Kelime-i Tevhid değil.

Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu.

Aynı böyle yaptı. “Biliyor musun?” dedi. On, on beş kişi var. O yabancı yani, dedi ki: “Birkaç tane kâğıt, böyle birbirisinin arkasına koysan.” dedi. “Elinizde bir mavzer olsa.” dedi. Bir mavzer, uzun şeyler var ya? Dedi ki: “Bir ateş edersin, birbiri arkasına elli, altmış mukavva kâğıt, hesap edin. Hepsini deler geçer.” Aynı öyle dedi. “Siz!” dedi, “Kelime-i Şahadet’e devam edin.”

Hepiniz! “Kelime-i Şahadet, yeri ve semâ âlemini deler, gider.” dedi. “Allah ve Allah’ının Resulüne kavuşan melaikelere yetiştirir.” dedi.

Zaten bunun Hakk’ında ayet, hadis vardır. Yani hiç olmazsa, günde, namazlarda elhamdülillah getiriyoruz. Ama namazsız da, bir boş zamanda Kelime-i Şahadeti hakkıyla, Eşhedü... Bunu yani. Yüz defa getirin. Yüzüncüde de elinizi, gönlünüzü açın Cenabı Hakk’a, Cenabı Resulullah’a dileğinizi dileyin. İnşallah bir merhamete, bir şefkate gelir. Unutkanlığından, sefaletinden, boşluktan yakayı kurtaracağız inşallah.

Yüce Peygamberimizden çok hadisler rivayet eden Ebu Hureyre (r.a.) günde yüz defa ihlâsı şerifi okurmuş. Ve melekleri görmüş, daha dünyadayken. Cenab-ı Resulullah da ne diyor? “Allah’ım! Sana…” El kaldırdı da: “Allah’ım! Sana hamdü senâ olsun ki ümmetimden Cebraili gördüler.” Ya, ümmetimden.

Bir hadisi şerifi, malumdur: “Ümmetimden öyleleri, veliler, evliyalar gelecek ki Ben-i İsrail Peygamberler’ine…” İmam-ı Gazali Hakk’ında buyurduğu.

Biraz dikkat edelim. Yani boş gezmeyelim. Yolunda giderken, iş yaparken, yemek yerken, yatağımızda yatarken, uyuyana kadar. Bismillahirrahmanirrahim,  devam edelim. Yüz defa. “Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah”, “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu.”” Bismillahirrahmanirrahim, Kulhuvallahu Ahad.”

Ahad ismi, İsm-i Azam duasına yakındır. Cenabı Hakk’ın bir esmasıdır. Allahus Samed, lem yelid, velem yuled, velem yekulle hu küfüven Ahad. İki defa Ahad geçiyor, esma geçiyor.

Sabah arkadaşlardan birisi geldi. Bu gece bir heyecana kapılmış. “Lâ ilahe illallah! Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah.” demiş. Yorganı almış. Yorgan kucağında, ayakta devam ediyor. Karısı demiş: “Herhalde deli oldu. Ne yaptın? Bak kapı komşular, hep bizi işitiyor. Apartman oturuyor. Bağıra bağıra. Yahu sen ne yaptın? Ne yaptın?” demiş.

Kelime-i Tevhid! Allah cümlemize ihsan etsin. Âmin.

Birisi gelmiş, söyledi. Hepimizin namı hesabına. İnşallah. Habib-i Ekrem’in yüzü hürmetine.

Boş kalmayın. Bir kez daha söyledik. Siz hepsini okumuşsunuzdur. Ateşin, iki yaş ağacı… Siz hepiniz fizik okudunuz. Birbirine sürte sürte, ateş çıkmış. Yaş ağacı! Bu, Allah’ın verdiği bu bedenin kıymetine, Allah’ının verdiği İsmi Şerifini, birbirine sürtersen nasıl ateş çıkmaz?

Burada yahu! Çıkar yahu! Hem kendisini yakar, hem başkasını yakar. Ya Allah! Hadi bakalım.

Hem kendini yakar, hem başkalarını yakar. “Kalp, Nazargâh-ı İlahi’dir” diye buyuruyor. Ya, ya! Bir ağaçtan ateş çıkar. Âdem’den nasıl çıkmaz? İnsan’dan çıkar. Devam edelim. Allah! Bir de bakarsın, çıkıverir. Oldu mu?

Allah hepinizden razı olsun. Allah kabul etsin. Kalkın. Bismillahirrahmanirrahim. Ayakkabıları yanlış giymeyin. Gene bir şeyler varsa söyleyin, içinizde kalmasın.

 

Dehr’e Sövmeyin

Siz iyi bir Peygambere, siz iyi bir Kitaba, siz iyi bir zamanda dünyaya geldiniz. Zamanınız çok iyi. Zamana kötülük izafe etmeyin. Bir hadisi şerifte ne diyor? Aman zamana sövmeyin.  Zaman kötüdür demeyin. O kötülük sizin şahsınızda, zamanda değil. Yani zamanı halk eden Allah!

Malumunuz. “Öyle bir zaman gelecek ki.” diyor, “O zamanda İslamiyet’i muhafaza etmek, ateşi elde tutmaktan zor olacak. İşte o zaman.” diyor, “Benim sünnetimi ihya edene, yüz tane şehit sevabı vardır.” diyor Kâinatın Efendisi! İnşallah o şeye nail olalım. Âmin.

Bin tane Hadis. Yüz bine, milyona çıkacak inşallah. Alan basacak. Kimi basıyor. Cenab-ı Hakk’ın ve Cenab-ı Resulullah’ın, O’nun yolundan gidin inşallah.

Bir kanarya kuşu kadar yok musunuz yahu? Kafesi yırtın. Kafesten çıkın yahu! Bu kafesten. Kanarya kuşu! Bir kafese koymuşlar. Tüyleri ince. Bu kafesin içinden çıkalım yahu. Kanarya kuşu, bir serçe kuşu kadar yok musunuz? Öte öte, burayı yırtalım, çıkalım. Burada durmayalım. O yer dardır, dar! O yerden bir kâinata çıkalım. İnşallah. Bu dar kafesten çıkalım. Sıkıntı çekmeyelim. Hadi bakalım.

Hak şerleri hayr eyler,

Zannetme ki gayr eyler,

Arifler anı seyreyler,

Görelim Mevlâm neyler,

Ne eylerse, güzel eyler!

 

Mümin Kulumun Kalbine Sığdım

Allah hepinizden razı olsun. Hepinizin içinizi, dışınızı, gönlünüzü nur etsin. Çok nasiplisiniz yahu! Çok nasiplisiniz. Muhammed Mustafa’ya ümmet olmuşsunuz. Kur’ân-ı Azimüşşan’a layık olmuşsunuz. Allah’ın İsmi’ni kalbinize yazmışsınız.

Neler yapmışsınız? Allah sizi ne kadar seviyor. Siz de sevin O’nu yahu! Allah’ın sizi sevdiği kadar, siz de Allah’ı sevin! Sevin yahu!

La ilahe illallah, Muhammeden Resulallah!

Allah’ım, Sen ne kadar büyüksün! O kadar büyük! Ve azametiyle on sekiz bin âlemi kaplamış. Allah o kadar büyük. Geliyor, o kadar bir kalbin içine sıkışıyor. Ona şaşıyorum ben. O kadar bir yere sıkışıyor. Ona şaşıyorum yahu!

Dünyayı kaplamış.  En büyük canlı. Büyük. Ondan sonra, dağ. Ondan sonra, deniz. Ondan sonra, toprak. Hiçbir yere girmiyor da, o kadar genişlere. Yere girmiyor. Şu kadar bir kalbe giriyor.

Çalışın, yakalayın!

Yakalayın! Kalkın, hadi bakalım.

Allah’a emanet olun. İyi günlerle.

 

Size Vasiyetim Doğru Hareket

İşlerinize dikkat edin. Dünya işlerine, ahiret işlerine. Size, hepinize vasiyetim! Allah için ve Allah Resulü’nün yolunda. Dünya işi, ahiret işi. Şöyle terazi dili gibi. Terazi gibi. Bir kilo pirinç ister, iki kilo fasulye ister. Bakkalın on tane çuvalı var. Öteki de bir, iki milyon cebinden çıkarır. Parayı, bir milyonu koyar hemen ortaya. Bir kilo pirinç, ya iki kilo fasulyeyi ister. Ne onun gözü kalsın. Parayı çıkarttı. Ötekinin de beş çuvalı var. Terazinin diline bakarlar.

Size vasiyetimdir. Şimdi bakkalın tarafı eğse, orası olmaz. Müşterinin tarafı eğse, o razı olmaz. Terazinin dilimine bakarsın.

Size Allah’ın emrettiği gibi, Allah Resulü’nün emrettiği gibi, kanun-i ilahilerin, şeriatın emrettiği gibi. Ne dünyanın Hakk’ını ahirete geçirin, ne ahiretin Hakk’ını dünyaya geçirin. Ahiretin Hakk’ını dünyaya geçirirsen, o şikâyetçi olur. Dünyanın Hakk’ını ahirete geçirirsen, o şikâyetçi olur.

Size vasiyetim, doğru hareket. İbadet zamanında ibadet, zikir zamanında zikir, konuşma zamanında konuşun, çalışma zamanında çalışın. Sekiz saat çalışma diye size verdim. Kanuna bak, hala devam ediyor. Sekiz saat ibadet O’na. Sekiz saatte uykuyu. Tamam?

Şimdi biz bunu, ibadeti, istirahatı, çalışmayı… Hepsini birbirine karıştırdık. Sekiz saat ibadetin, üç saatte. Beş vakit, üç saatte biter. Hepsini yapmıyoruz. Yani daha az yapıyoruz. Onun Hakk’ını, ibadetin Hakk’ını istirahata ve çalışmaya geçiriyoruz. İstirahat. Ama kanunen, sekiz saat vazifesi var memurun. İşinin de aynı öyle. Vakit geldi mi, böyle yarım saat fazla çalışırlarsa, mesai isterler. “Mesai!” diyor. “Ben fazla çalışmam, sekiz saati tamamla.” Bunda güzel. Yapıyor… Ama ibadette yapmıyor. İyi mi?

Kalkın. Hadi, buna bir salâvatı şerife verin. Bunu çok oku. Bundan almayan alsın. Alın, ezberleyin. Salâvatı şerif almayan alsın. Bunları belki de on bin tane dağıttım. Edepten almayan, alın. Alan almasın.

“Ey Âdemoğlu!”nu tarihte kitaba koyduk. Bir de şu paragrafı koyduk;

“İnsanlar önce dünyayı severek, dünya sevgisinden hareketle Allah (C.C) ve Hz. Muhammed’i (s.a.v.) seviyorlar. Böyle bir sevgi nefsi içerdiği için, nefsten hareket ettiği için, buna sevgi denemez. Yerini bulmuyor. Allah’ı ve Peygamberi Hz. Muhammed’in haliyle hallenerek sevmek gerekir.”

İnşallahu Rahman! Teşekkür ederim.

“Gece gibi ayıp ve kusurları sarıp örten, âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olmayı bize lütfet... Eğer uygunsa…”

Hepsi uygun. Teşekkür ederim.

Bunlar çok lazım. Alın birer tane. Hadi teşekkür ederim.

Sağlığınla. Ben daha sağken.

Kerim Allah, Rahim Allah, Evvel Allah, Ahir Allah, Zahir Allah, Batın Allah ve hüve alâ külli şeyin Âlim, Kadir Allah!

Bunu isteyen olursa hemen beş, on tane, yüz tane fotokopi yapın. Herkese. Bu çok mühimdir, çok. Şu son verdiğim çok mühim. Hepsi mühim. Ne istiyorlarsa kâlem ilen yazsınlar. Bir şeyler yapın yani. Mahrum bırakmayın inşallah.

“Efendim Allah sizden razı olsun.”

Allah sizden de razı olsun. Sizlerden, hepinizden razı olun. Sizlerden. Hepimiz, birbirimizden razı olun. Hadi bakalım.

Dua edin. Dua edin. İşler tehlikeli, hava dumanlı, kurtlar bekliyor. Muhterem, aziz bir hükümet kurulsun. İnşallah! Bu millet rahat etsin. Hah! Tamam.

Hasbinallahi vel nimel Vekil, nimel Mevlâ, nimen Nasiyr.

Söyle, onu çokça bassınlar. Getir, bitene kadar başımda oku. Ötekiler ayakkabıları giyedursun.

 

Ey Âdemoğlu

Bismillahirrahmanirrahim

“Ey Âdemoğlu.”

Bu çok mühim. Bu öyle… Bundan yirmi sene evvel, böyle bir hal geldi. Burada da birisi vardı. Senin gibi. Ona söyledim, o yazdı. Bana neler olmuş, burada. Oku! Neler olmuş burada?.. 

“Ey Âdemoğlu.”

 ilahe illallah Muhammeden Resulullah.

“Ey âdemoğlu, Ey insanoğlu; bizi yaratan Allah’ın emirlerini tutmak mecburiyetindeyiz.

Çok nazikâne dikkat edelim.

Ey insanlar, sizler sizi yaratan Allah’ınızdan korkuyor musunuz?”

Şimdi birisi dışardan gelse, aynı suali söylese, ne diyelim yahu? İki sual et. Allah’ı seviyor mu? Severiz yahu. Başka nereye gidelim? Yani bu iki kelime. Bütün kâinatı bağlamış bu. Hah! Bağlamış… Oku.

“Evet, O’ndan başka gidecek yerimiz yok.”

Allah’ınızı bildiğinizden dolayı teşekkür ederim. Bizi yaratan Allah’ın insan olarak bize çok emirleri var. Emirlerle nasılsınız?”

“Biz onları yapmıyoruz. Emirlerini gerektiği gibi yerine getiremiyoruz.”

Peki, bizi yaratan Allah’ı seviyor musunuz?

“Allah’tan başka sevilecek ne vardır?”

Emirleri ile nasılsınız?

“Biz onları gerektiği gibi yerine getiremiyoruz.”

Öyleyse her iki noktada yalan söylemiş oluyorsunuz. Allah’tan korkan ve Allah’ı sevenin Allah’a secde etmesi gerekir. Allah’a secde etmeyen bir kimsenin iman ve itikadı zayıftır. Hayali olarak, bir meyvayı yemeden lezzetini anlayabilir misiniz? Boş kalple, kuru lafla Allah’ı bilmek, anlamak boşuna bir hayaldir. Allah’a iman edip inanmak, İslam’ın beş, imanın altı şartını yerine getirmek genel olarak gereklidir. Allah ve Allah’ın Resulü Hz. Muhammed Mustafa yardımcımız olsun. Amin.

Hz. Âdem Aleyhisselam’dan, kainatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa’ya kadar, insanlık alemine, her zamana, her kavime birer Peygamber gönderilmiştir. Cenab-ı Allah Celle Celâluhu yarattığı insanlara emirlerini bildirmek için Peygamberler vasıtasıyla, insanlarla özlü sohbetler etmiştir. Sohbetin özünü  ve emirlerini kullarına, yaratıklarına 4 muazzam kitap ve 100 suhuf ile bildirmiştir. Her kavime peygamberler vasıtasıyla, Cenab-ı Allah’a hulûsü kalp ile inanıp Cenab-ı Allah’ın ilahi emirlerini maddi manevi yerine getirmesi zorunluluğu doğmuştur. Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an-ı Azimüşşan’da insanlık üzerine olan emirler bildirilmiştir. Cenab-ı Allah maddi manevi özünü ve gerçeğini kullarından esirgememiştir. İnsan olarak yaşamak, biraz dikkat ve tefekkür etmemiz gerekmektedir.”

Âmin! Şefaatine. Âmin. Secde etmeyenin itikadı zayıftır. Yok demiyoruz, zayıftır diyoruz. Ne esirgemiş yahu? Şimdi burada söyledik.

 

Allah’ım!

Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürelim;

Bölücü değil, bağdaştırıcı, birleştirici olabilelim.

Nefret olan yere sevgi,

Yaralanma olan yere affedicilik,

Kuşku olan yere inanç,

Ümitsizlik olan yere ümit,

Karanlık olan yere aydınlık

Ve üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı bize lütfet.

Allah’ım

Kusurları gören değil, kusurları örtenlerden;

Teselli arayanlardan değil, teselli edenlerden;

Anlayış bekleyenlerden değil, anlayış gösterenlerden;

Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil,

Sevenlerden olmamıza yardım et.

Yağmur gibi hiçbir şey ayırdetmeyip

Aktığı her yere canlılık bahşedenlerden,

Âmin. Bu dua çok güzel. Yağmur gibi, hiçbir şeyi ayırt etmeyip, aktığı her yere canlılık bahşedenlerden. Allah Allah!.. Allah!

“Güneş gibi hiç bir şey ayırdetmeyip

Işığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan.”

Güneş gibi... Ledunî ilmiyle ahlâk buldu. Ya yağmur gibi olalım, ya toprak gibi olalım. Ya güneş gibi olalım, ya gece gibi olalım.

Yani bu dört ahlâktan birisi olalım. Ne olur? Dördü de bizim. Birisini alalım. Ha?

“Toprak gibi herşey üstüne bastığı halde

Hiçbir şeyini esirgemeyip

Nimetlerini herkese verenlerden,

Ve gece gibi bütün ayıpları sarıp örten,

Âlemin dinlenmesine imkân hazırlayanlardan olmayı

Bize lütfet.

Alan değil veren ellerin,

Affedici olduğu için affedilenlerin,

Hak ile doğan,

Hak ile yaşayan ve Hak ile ölenlerin

Ve sonsuz yaşamda yeniden doğanların

Safına katılmayı bizlere nasip eyle. “

Amin. Amin…

 

Burada, Hulusi Baba bir şey söyledi.

“Bir ismi şerifin Gaffar iken.” diyor. Hulusi Baba. Burada yatan.

“Sen ayıp örtücü Settar iken,”

“Ben kime gideyim, Sen var iken?”       

Hulusi Baba, alan değil, veren ellerin.  Âmin, âmin.

Gene bir araya gelelim. O vakit, aynı bu kelimeden bir araya gelelim. Âmin inşallah. Lillahil Fatiha!

Teşekkür ederim. Bunu alan, alan olursa, fotokopi yapsın. Çoğaltın bunu. Bu çoğalsın. Çünkü şu raftaki kitapların hepsi, bunun içinde. Şu kitap, Kur’ân’ın, Bismillahirrahmanirrahim, baştan sonuna kadar. Sadakallahülazim. Hadis-i şerifler. Hep burada. Yani o kimse ki “Ben insanım, ben insanlığımı ispat etmek istiyorum.” derse, hepsi burada. Ya Allah!

“Doğuya seyahat var da, dostlarla.”

Hiç durma, bir gezin gelin. Gezin, gezin. Rahmet için gezin. Rıza için gezin. Tohumu atmak için gezin. Tevhidi atmak için gezin. Şarka, garba dağılın. Hadi bakalım. Allah’a emanet olun. Yarabbi şükür, hamdü senâ olsun. Ne güzel. Hadi tekrarına inşallah.

Hadi Allah’a emanet olun. Rahmetiyle, rızasıyla, lütfüyle, ihsanıyla. Ya Allah! Allah’ın rahmetiyle, rızasıyla, lütfüyle, ihsanıyla ihsan etsin.

Boş bırakma. “Senin kulunum, Senden başka kime gideyim?” Hulusi Baba, işte öyle diyor. “Senin bir ismi şerifin Gaffar iken.” Kâinatın, on sekiz bin âlemin, hayvanların bile edep yerini örtmüş. Allah! Ya Allah! Allah!

“Ben kime gideyim, Sen var iken.” Hadi bakalım. Sadakallahülazim.

Allah kolaylık versin. Altmış kilosunuz, yetmiş kilosunuz, bin kilo altında iş yapıyorsunuz. Hepinize teşekkür ederim. Ya! Altmış kilo, bin kilo altından iş yapıyorsunuz. İnşallah.

28 Haziran 1996 Cuma